Alev
Alatlı, Gogol'ün İzinde adlı üçlemesinin birinde "Soljenitsin okuyacaksan,
önce bir üstüne başına çeki düzen vereceksin, kitabın başına pijamayla falan
oturmayacaksın, öyle 'yaaa biraz kitap okuyayım' diye kitabın başına oturulmaz,
ilk önce yazara saygını göstereceksin" diyerek kendisinden saygıyla
bahseder.
Kreçetovka
İstasyonunda Bir Olay – Matriyona’nın Evi, Aleksander Soljenitsin’in iki
novellasının bir araya getirilmesiyle oluşan kitabı. Dünya’ya adını Gulag Takım
Adaları romanıyla duyuran büyük Rus romancısı Aleksander Soljenitsin’in bu
küçük kitabını ideolojik saplantılardan uzak olması ihtimaliyle yazarın edebi
yönünü değerlendirmek amacıyla seçtim.
Gerçekten
de Soljenitsin, edebiyatçılığından, romancılığından çok Stalin karşıtlığıyla,
Sovyet rejimi muhalifliğiyle tartışılıyor. Onun ilk romanı İvan Denisoviç’in
Bir Günü’nü kırk yıl kadar önce okumuştum. Sovyetizmin eleştirisi olarak öne
çıktığı için edebi yönü değil de ideolojik yönüyle beğenmiş yahut
beğenmemiştik. Soljenitsin, Sovyet rejimini açıktan eleştiren bir edebiyatçı,
hatta ona 1970’te Nobel Edebiyat Ödülü’nün kendisine bu özelliği nedeniyle
verildiği ileri sürülmüştür. Stalin döneminde sürgün edilmiş, Kruşçev döneminde
affedilmiş ve romanlarının basılmasına izin verilmiş, Brejnev döneminde tekrar
gözden düşüp yasaklanmış, 1974’te vatandaşlıktan çıkartılmış, Gorbaçov
döneminde yurduna yeniden dönmüş, Yeltsin döneminde bir gözden düşüş daha
yaşamış ancak ömrünün son yıllarında Putin’den saygı görmüş, akıl danışılan bir
kişi olarak yaşama veda etmiş. Tabii ki bu yükselişler ve alçalışlar onun
siyasi ve ideolojik duruşuyla ilgili, biz ise onun edebiyatçı yönü üzerinde
durmak istiyoruz. Birçok eleştirmen onu Dostoyevski ve Tolstoy’un tarzlarını
başarılı bir biçimde yirminci yüzyıla taşıyan romancı olarak değerlendiriyor.
Bana kalırsa özellikle bu hikâyelerinde olayı ele alış tarzı ve olay yerini
ayrıntılı olarak anlatımıyla Tolstoy’u daha çok andırıyor. Tolstoy da kısa öykülerinde
titiz bir olay yeri gözlemcisi gibi bütün dekoru ayrıntılı olarak anlatır.
Bunlar helikopterli yazarlar; okuyucuyu bir helikoptere bindiriyorlar olay
yerine götürüyorlar ve havadan olayı izlettiriyorlar. Fransız romanlarında
Balzac’tan yadigar olarak göze çarpan sıkıcı uzun tasvirler yerine yer
betimlemeleri kişi betimlemeleriyle harmanlanarak veriliyor, böylece hareketli, yürüyen tasvir ortaya çıkıyor. Anlatılanlar hayatın doğal akışına
uygun, manzara oldukça doğal, keskin renklerden kaçınıyorlar, gerilimden uzak
duruyorlar. Anlatılan olay/lar bizim de tanık olduğumuz olabileceğimiz cinsten,
çok yükseltilmiş kahramanlar yahut yerin dibine batırılmış tipler yok, daha çok
kader kurbanları kaderleri ve kederleri ile yaşıyorlar ve ölüyorlar. Ancak arka
planda evrensel ahlak değerleri, iyilik, doğruluk, vatan sevgisi,
yardımseverlik, özveri ve ulusal değerler, kanaatkâr Sibirya köylüsünün orta
direğini oluşturduğu Rus kültürünün ortalama renkleri, desenleri bu
novellaların özelliği olarak öne çıkıyor. Yer yer kinayeli sözler sezilse de
(Stalin için Büyük Öğretmen ve aşağılama aynı cümlede verilmiş, Lenin’in eseri
yok olursa eğer / Artı bir sebep kalmaz yaşamaya…) öyle fazla mecaza boğmadan gerçekçi ve yalın
bir anlatım okuyanı yormayan bir dil de üslup ve biçim özelliği olarak
yansıyor.
Kreçetovka
İstasyonunda Bir Olay’da İkinci Dünya Savaşı sırasında cephe gerisinde bir tren
istasyonunda görevli genç subay ve diğer çalışanlar objektif olarak
anlatılıyor. Teğmen Zotov, istasyon komutanı olarak öne çıkıyor ama diğer
kişiler, Dyaçihin, Podşebyakina, Valya, Frosya Teyze, Gavrila Nikitiç, Kordubaylo,
Polina, Çavuş Dıgin, Gaydukov, Çkalov, Çiçişev, Samorukov, gözümden kaçan varsa
diğerleri buz dolabı magneti gibi yapıştırılmaz hikâyenin duvarına, onların
amam aman özellikleri yok, rolleri de önemli değil. Birde ortaya çıkıveren Tveritinov ile ilgili
olay; Treni kaçıran ve aktör olduğunu söyleyen bu adama Teğmen Zotov, ilkin
yardım etmek istiyor ancak sonra gerekçesiz, dayanaksız ondan kuşku duyuyor,
casus olabileceğini düşünüyor ve onu tutuklatıp Hareket Merkezi’ne sorgulamaya
gönderiyor, sonra onu merak ediyor, sorgulamanın sonunu merak ediyor, yeni bir
kuşku kaplıyor içini: ya casus değilse… Ve olay birden beklenmedik biçimde
bitiyor. Gerçekten aktör Tveritinov’a ne oldu, merak içinde kaldık.
Öykünün
girişi bugün için modası geçmiş telefon konuşması tekniğiyle başlıyor, sonucu
da olay tamamlanmadan bitiyor, örülmeyen, ucu açık bırakılan ipler gibi.
Matriyona’nın
Evi, içinde iyilik, yardımseverlik olan güzel bir hikâye. Bir Matematik
öğretmeni Ignatic,sürgün cezasından sonra hala temiz kaldığı umuduyla bir Rus
köyünde öğretmenlik yapıyor - Soljenitsin de matematik öğretmeni olarak
çalışmış, gerçi askerlik de yapmış tam da ilk öyküdeki olayın geçtiği II. Dünya
Savaşı yıllarında bu nedenle her iki öykünün
otobiyografik olması yüksek ihtimal- yine sanki bir helikopterdeyiz okur
olarak, kuş uçmaz kervan geçmez bir köye tayin edilmesini isteyen idealist bir
öğretmen, kendisine gösterilen kiralık evler arasında, kadın ona iyi hizmet
edemeyeceğini söylemesine rağmen maddi olarak katkıda bulunmak düşüncesiyle
belki de yoksul Matriyona’nınkini seçiyor. Kadının nasıl yoksul ve dul kaldığı,
yakın akrabalarının o küçücük evinden miras kapabilmek için kadıncağızın
ölümünü nasıl da beklediklerini seyrediyoruz duru, açık bir anlatım
gözetiminde. Bir kış günü feci bir kazada ölüyor Matriyona, kurtuluyor,
insafsız dünyanın kötülüklerinden, okura ağız dolusu acıma duygusu bırakarak. Yakın
akrabaları ise o yoksul ve küçük evi parçalayıp pay ediyorlar, guguk kuşları
gibi.
Özellikle
Matriyona’nın Evi, anlatımda kazanılmış ustalıkla, büyük romancının doğumunu
müjdeleyen bir metin olarak görülebilir.
“Yaşadıkları düşünülünce doksan yaşını bulmuş olması başlı başına
bir mucizedir. Yakınları “Saşa’yı yaşatan sorumluluk duygusudur” derlerdi. Kendi
de bir konuşmasında, “ölenler göreve çağırıyorlar,” demişti, “milyonlarca
ölü... Her gün, her birisi göreve çağırıyor, onlar ölü, sen yaşıyorsun, görevini yap. Dünya olan
biten her şeyi öğrenmeli. Ölülere görev borcun var, görevini yap.” Zamana karşı
yarışıyordu: “Bitirmeyi plânladığım işleri yaşam beklentimle ucu ucuna
getirmeye çalışıyorum.” korkarım ki, insanlığın son “kâhin-yazar”ıdır. Bir daha
onun gibisi asla gelmeyecek.”
Alev Alatlı onun için böyle demiş ama
Dünya’ya daha nice Soljenitsinler gelir
Müthiş bir gözlem yeteneği, olağanüstü hafıza,
deneyimlerini hızla yazıya dökmek becerisi ve tutkunun bileşimi, Soljenitsin’i
siperde, hasta yatağında, muharebenin ortalık yerinde yazmaya, tarihe kayıt
düşmeye yönelten dürtülerdi.(A.Alatlı)
Büyük
yazarın, büyüklüğü elbette Sovyet rejimi içinde doğup yetişmesine rağmen
antikomünist, cesur çıkışlarına ve muhalif aydın kişiliğine dayanır, Özellikle
Gulag Takım Adaları komünizmi içerden yıkan top eser olarak anılır. Düşünceleri
uğruna tutuklanmayı hatta ölmeyi göze alanlar ancak rejimleri, sistemleri,
dünyayı değiştirebilirler.
"Ele
geçirerek değil, ele geçirmeyi redderek mutluluğa ulaşabiliriz."
“Günlük yaşayışın anlamının
yalnız yemede içmede bulunmadığını hayat bana öğretti.” Matriyona’nın Evi
“Dünyada iki sır vardır kızım,
biri nasıl doğduğumuz, öteki ne zaman öleceğimiz.” Matriyona’nın Evi
Aleksander
Soljenitsin eserleri:
İvan Denisoviç'in Yaşamında Biɾ Gün (1962)Nedenin İyiliği İςin (1962)
Кanseɾ Koğuşu (1968)
İlk ÇemЬeɾ (1968)
Aşk Kızı ve Masum (1969)
Ağustos 1914 (1971)
Gulag Aɾchipelago, 3 cilt (1973-1978)
Pɾusya Geceleɾi (1974)
Aleksandɾ İsaevich Soljenitsin, Sovyet Lideɾleɾine Biɾ Mektup, Collins: Haɾvill Pɾess (1974)
Meşe ve Dana (1975)
Lenin Züɾih'te (1975)
Ölümcül Tehlike: Sovyet Rusya ve Ameɾika'ya Tehditleɾ Konusundaki Yanlış Кavɾamlaɾ (1980)
Кasım 1916 (1983)
Zafeɾ Kutlamalaɾı (1983)
Mahkumlaɾ (1983)
Rusya'yı Yeniden İnşa Etmek (1990)
Maɾt 1917 (1995)
Nisan 1917 (1995)
Rus Soɾunu (1995)
Göɾünmez Müttefikleɾ (1997)
200 Yıl HepЬeɾaЬeɾ: 1772'den İtibaɾen Rus-Yahudi İlişkileɾi Üzeɾine (2003)
kaynak: wikipedia
Selamlar Mustafa Hocam,
YanıtlaSilIlk gençlik yıllarımda,Soljenitsin'in "Yeni sınıf"ını (adını yanlış hatırlamıyorsam) okumuştum. O gençlik yılarımızın ideolojik takıntılarına testi. Yine de okumuştum ama diğer kitaplarıyla pek ilgilenmediğimi de itiraf edeyim. Aradan 30-35 yıl geçtikten sonra, bu yazınızı okuduktan sonra Soljenitsin'i bir de yazınsal yönüyle tanımanın iyi olacağını düşünmeye başladım.
Bu arada, her ne kadar henüz yeterince ilgilenemediysem de, blog'unuz çok güzel olmuş. Tebrik ediyorum.