Bazı kitaplar okunacakları zamanı bekler. Aldığım ama uzun süre okuyamadığım –alalı tam
30 yıl olmuş- kitaplardan biri de Çek yazar Milan Kundera’nın Varolmanın
Dayanılmaz Hafifliği. Bu kitabı neden bunca zaman okuyamadığımı tam bilmiyorum.
Birkaç kez okumak için elime aldığımı ancak her seferinde başlamadan yerine
koyduğumu hatırlıyorum, o kadar. Ama şimdi işte Tuzla Thyke -14 Grubu’ndaki
sevgili arkadaşlarım Haziran 2016 için bu kitabı seçmişler. Felsefe dönem sonu
sınavlarım da bitti. Okuma arzum dayanılmaz depreşti. Fakat kitap, Kandıra'da, köydeki
kitaplığımda, ben de internetten –bedavaymış- indirdim, telefonumdan okudum.
Akıcılığından mı, telefonda okumanın kolaylığından mı bilmiyorum ama iki günde
okudum.Üç yüz otuz altı sayfa, sular seller gibi geldi bana. Aslında ağır kitap, bir sürü felsefi,
sosyolojik, teolojik, siyasi, edebi fikirler ortaya koyuyor Kundera ve onları
okuyucuyla tartışıyor, kadın erkek ilişkilerini, varlık – yokluk, ezelilik -
ebedilik ekseninde irdelemeye çalışıyor. Bir kadın ve bir erkekten oluşan roman
kişilerinin davranışlarını sergilediği basit olay örgüsünün arka planında soğuk
savaş döneminin sıcak olayları, 1968 Çekoslovakya’nın Sovyet orduları
tarafından işgali ve bu işgalden özellikle aydın kesimin nasıl etkilendiği
gözler önüne seriliyor.
Varolmanın Dayanılmaz Hafifliği, kendine özgü bir yazım tekniğiyle
yazılmış. Klasik roman tekniğine pek uymamış yazar, kahramanların eylemlerini
değil eylemlerin ortasında kalmış kahramanları izletiyor okuyucuya. Hemen göze
çarpan bu özelliğiyle, Kundera deneme ile roman türlerini meczetmiş,
karıştırmış. Romanın yapısındaki bu yeniliği mi yoksa konusunun ilginçliği mi
ilgiyi daha çok üzerine çekmiş de böyle ünlü bir roman olmuş, ayrıca
araştırılması gerekir. Yazar kitabın iskeletini şu başlıklarla çatmış:
I – AĞIRLIK VE HAFİFLİK
II- RUH VE BEDEN
III- YANLIŞ ANLAŞILAN
SÖZCÜKLER
IV-RUH VE BEDEN
V- AGIRLIK VE HAFİFLİK
VI- BÜYÜK YÜRÜYÜŞ
VII- KARENİN’İN GÜLÜMSEYİŞİ
Bu başlıkların tamamı felsefi deneme hatta makale yazıları
için atılsa hiç de yadsınmadan altı doldurulabilir.
Dinleyici-okuyucularını karşısına almış bir meddah gibi
düşünceleri ve olayları anlatan yazar yahut yazarın romana soktuğu anlatıcı
kahraman, anlatısına Ebedi Dönüş mitosuyla başlıyor. Daha işin başında okur,
Antikçağ filozofu Parmenides’ten son dönem filozoflarından Nitzsche’ye, Hz.
İsa’dan Hitler’e, Afrika’daki kabile savaşlarından Fransız Devrimi’ne değin bir
çok kişi ve olay hatırlatmasıyla “çifter
çifter karşıtlıklara bölünmüşlük” düşüncesiyle evreni ve olayları kavramaya
yöneltiliyor: “hafiflik – ağırlık karşıtlığı bütün karşıtlıkların en gizemlisi,
en çift anlamlısıdır.” Anladık mı anladık, öyleyse anlatıcı kahramanımız ya da
bilge yazarımız kendi tanık olduğu serüvenleri anlatmaya başlıyor. Serüvenler az
kişili, anlatıcı da tatlı dilli olunca olaylar hızla akıyor, o ağır felsefi,
sosyolojik ve siyasi sorunlar, edebiyat (öykü) hafifliği, letafeti ile
izleniyor, sayfalar istekle çevriliyor. Okur, yazara yaklaşıyor.
Boşanmış ve bir oğlu olan doktor Tomas, küçük bir
Çekoslavakya kasabasında bir genç kız ( garson muydu hemşire miydi? Sonradan
fotoğrafçı, gazeteci) tamamen bir rastlantısal olarak Tereza
ile karşılaşıyor. İkisini birbirine çeken şey “kitap kardeşliği”. “Tereza'nın gözünde kitaplar gizli bir
kardeşlik bağının işaretiydi.”
Mitolojik öyküde anlatıldığına benzer biçimde nehirden sandık içinde gelen çocuğun
benimsenmesi gibi sahip çıktı kıza Tomas, ne istediğini tam bilemeden.
“Sadece bir tek hayat yaşadığımız için bu hayatı öncekilerle
karşılaştıramaz ya da kusurlarımızı gelecekteki hayatlarımızda gideremeyiz, bu
nedenle de ne istediğimizi bilemeyiz.”
“Yaşam öncesi ilk prova yaşamın ta kendisiyse ne değeri
olabilir yaşamanın? Yaşamın hep bir taslak gibi olması… Yok taslak da tam
anlatamıyor demek istediğimi, çünkü taslak bir şeyin ana çizgileriyle belirmesi
demektir, bir resmin az çok ortaya çıkmasıdır, yaşamımız dediğimiz taslaksa
hiçbir şeyin taslağı değildir, bir resmin resme dönüşmeyecek ana çizgileridir.
‘Einmal ist keinmal’. Sadece bir kere olan şey diyor Alman
özdeyişi, hiç olmamış sayılır.” Türkçe’de
de buna yakın bir deyiş var: “Bir kereden bir şey olmaz!”
Olayları anlatırken yazar sayılarla oyun kuruyor, anlatıma
renk katıyor: Altılı(6'lı) tesadüfler, üçler kuralı,parktaki sarı sıra vd. Ama ne
olursa olsun yazar dağarcığındaki bilgiyi okura vurgulayarak veriyor: “Seni
sevmemin nedeni “ derdi Sabina ona “kitsch’in tam karşıtı olman.” Kitsch(kiç)
nedir yahu?
Aralarında “erotik dostluklar” (tabir yazara ait)
kahramanların iç dünyalarından, özel hayatları üzerinden insan ilişkileri, bu
ilişkilerin üzerinden de çok uzaklardaki insanların günlük yaşamlarını
etkileyen siyasal sistemler eleştiriliyor. Sovyetlerin 1968 Çekoslavakya işgali
arka planda ana olay olarak yer alıyor.
Avrupalı aydınların günlük yaşamlarından da ilginç kesitleri
gözler önüne seriyor yazar. Tomas, evine
gelen misafirle yatakta işini bitiriyor ama onu evde uyutmuyor, yanında biri
varken uyuyamadığını ileri sürüyor.”ne banyoda dişlerini fırçaladığı başka biri
tarafından duyulsun istiyordu ne de iki kişi baş başa kahvaltı etme düşüncesini
çekici buluyordu. Kadın erkek ilişkilerinde bağlılık esas değil herkesin birden
fazla ilişkide olduğu kişi var ve herkes bunu biliyor. Evlilik kutlaması gibi boşanma kutlaması da
yapılıyor.
“Bir kadınla sevişmek ve bir kadınla uyumak iki ayrı
tutkudur, sadece farklı değil aynı zamanda da zıt tutkular. Aşk çiftleşme
arzusunda duyurmaz kendini, uykuyu paylaşma arzusunda duyurur.”
Tomas, sevgilileri arasında en çok değer verdiği ressam
Sabina’dan yeni sevgilisi Tereza’ya iş bulması konusunda yardım istiyor. Sabina
da Tomas kendisini terk etmesin diye (herhalde) Tereza’ya koltuk çıkıyor, onu fotoğrafçı yapan o. İnsanlar ilişkilerini varoluş şartlarına göre değerlendirmeye, bir sonuca
varmaya çalışırken (hafiflik-ağırlık) dış etkiler hayatlarını alt üst ediyor.
Tomas ve Tereza işgal edilen ülkelerini terk ediyorlar, Sabina başka bir
sevgili buluyor: Franz. Franz, karısını terk edip Sabina ile yaşamaya
başlayacağını umarken Sabine onu terk edip Amerika’ya gidiyor. Franz da
varoluşunun gerekçelerini dayattığı bir eylemde, Vietnam’ın Kamboçya’yı
işgaline tepki gösteren doktorların arasında ölüme gidiyor.
Tomas ile Tereza evleniyorlar. Bir de köpekleri var. Köpeğe ad
koyarken ne denli entelektüel
olduklarını anlıyoruz: Tomas, köpeğin adı Tolstoy olsun diyor, Tereza
köpek dişi olduğu için bu öneriyi kabul etmiyor sonunda Anna Karenina’dan
ilhamla Karenin adını koyuyorlar.
Rusların ülkelerini işgal etmelerinden kısa bir süre sonra
hayatlarını tehlikede gördüklerinden
Tomas ile Tereza bir daveti kabul edip İsviçre’ye yerleşiyorlar. Sabina
da İsviçre’dedir ve Tomas’la kaçamak yapar. Tereza’nın yaşamına Prag’da olduğu
gibi Zürih’te de rüyaları yön verir. Bu da bir ikilem midir? Ağırlık ve hafiflik
gibi. Gerçek ağır, rüya hafif veya tersi.
Yedi yılını paylaştığı Tomas’a özür dileyen bir mektup
bırakıp köpeği Karenin’le Prag’a döner Tereza.
“Es muss sein. Es muss sein.” Bethoven’in bu anıştırması, o
ünlü müzisyenin plaklarını aldırtan Tereza’ya bağladı Tomas’ı ve Prag'a, yuvaya,
vatana dönüş.
Rastlantı bu ya! Yazgımızı belirleyen kararların öncesinde
nedenini çözemediğimiz rastlantılar vardır. “ Günlük hayatımız bir rastlantılar
sağanağı altında yaşanır.”
“Roman kişilerinin bir zamanlar gerçekten yaşamış
olduklarına okuyucuyu inandırmaya çalışmak yazar açısından anlamsız bir
çabadır. Ana rahminden çıkmamıştır roman kişileri; şu ya da bu sözcüğün itici
gücünden ya da temel bir durumdan doğmuşlardır. Tomas ‘Einmal ist keinmal’
deyişinden, Tereza ise karın gurultusundan doğdu.” Romancı, sanat ötesi bir anlatımla romanın
öncesine gidiyor ya da bu bir anlatım tekniği. Anna Karenina romanında Anna’nın kendini
trenin altına atışını bir vesileyle romanına katarken de aynı anlatıma
takılıyor Kundera.
“Eskinin ruh ve beden ikiliği bilimsel terimlere
büründürüldü, şimdi artık buna yalnızca modası geçmiş bir ön yargı diyerek gülüp
geçiyoruz. Ama âşık insana midesinin gurultusunu dinletecek oldunuz mu bir kere
ruhla bedenin birliği, bilim çağının lirik yanılsaması hemen o an siliniverir.”
Bir de Tereza’nın annesi var, roman kişileri arasında en sevimsizi, en
sevgisizi.
“Tereza’nın annesi kızına, anne olmanın her şeyden vazgeçmek
demek olduğunu hatırlatmaktan bir gün bile geri durmadı… Eğer anne, özverinin
cisimleşmiş haliyse o zaman kız çocuk da onarılması mümkün olmayan kabahatti
demek ki.”
Yazar, Parmanides’ten aldığı karşıtlıklar izleğine uygun
düşüncelerini ortaya koyuyor sonra bu düşüncelere uygun sahneler yazıyor.
Tomas’ın dünyasındaki ağırlık - hafiflik karşıtlığında ağırlığı sevecenlik,
başkalarına yardım etme, hamiyet kavramı ile hafifliği ise kişisel yahut
fiziksel yöneliş, şehvet kavramıyla açıklıyor ki hafiflik sözcüğünün bir
anlamı, bu tür davranışların dilimizde de tam karşılığıdır. Hafif kadın. “Çünkü
sevecenlikten daha ağır bir şey yoktur dünyada. Kişinin kendi acısı bile
başkasıyla, başkası için hissettiği, imgelemle yoğunlaşan ve yüzlerce yankıyla
uzadıkça uzayan bir acı kadar ağır çekmez.”
Ağır kavramını bir yerde, “Bethoven ağırlığı” bağdaştırmasında
zor anlamıyla açıklıyor. “Zor karar”, “ağır” ya da “ağırlıklı karar.”
“gereklilik, ağırlık ve değer birbirlerinden ayrılmaz biçimde örülmüş üç
kavramdır, sadece gereklilik ağırdır ve sadece ağır olan şey değerlidir.”
“Gürültünün iyi bir yanı var. Sözcükleri boğuyor.”
“Sözcüklerle dolu bir sürü sayfa, mezarlıklardan daha yaslı yerler olan
arşivlerde üst üste birikiyor. Yaslı çünkü oraları kimse ziyarete gitmiyor,
hatta Azizler Yortusu’nda bile.” “ ‘Hapishane’ ‘baskı’ ‘ yasak kitaplar’
‘işgal’ ‘tank’ sözcükleri en ufak ülküselleştirmeye yer bırakmamacasına
çirkindiler. Ülkesine ilişkin tatlı, özlemli bir anı uyandıran tek sözcük
‘mezarlık’tı.” “çünkü ölüler çocuklar kadar masumdur. Yaşam ne kadar acımasız
olursa olsun mezarlıkta hep huzur vardır, Hitler’in zamanında, Stalin’in
zamanında, tüm işgaller sürerken bile.”
“Gücünü neden benim üzerimde kullanmıyorsun? Sevgi, insanın gücünden vazgeçmesi demektir de
ondan.”
“Mal mülk önemli değil benim için, dedi kadın.
-Peki nedir önemli olan?
-Aşk dedi karısı gülümseyerek.
-‘Aşk mı?’ dedi Franz şaşkınlıkla.
-Aşk bir meydan savaşıdır, dedi kadın gülümsemeyi sürdürerek
‘ve ben savaşı sürdürmek niyetindeyim, sonuna kadar.’
-Aşk bir meydan savaşı ha, dedi Franz, ‘Eh, öyleyse benim
savaşmaya niyetim yok.”
“Sabina’nın dramı ağırlığın değil hafifliğin dramıydı. Onun
payına düşen yük değil varolmanın dayanılmaz hafifliğiydi.”
Dr. Tomas’ın işinden olup bir köye yerleşmesi şu olaya
dayanır. Bir gazeteye gönderdiği yazıda Çek komünistlerini ülkelerinin işgal edilmesinde, Rusların
niyetlerini bilmezlikle suçlayarak
Oedipus hikayesindeki babasını öldürüp bilmeden anasının yatağına giren ve
gözlerini kör edip tahtını terk eden Oedipus’a benzetir. Siz de bilmiyorduk
diyorsanız, gözlerinizi oyun ve yönetimden çekilin.
Önce Prag’da çalıştığı hastaneden atılır, gidip gelmekte
zorlandığı bir klinikte çalışırken İçişleri yetkilisi bir ajanın zorlamasıyla
doktorluğu kesin olarak bırakır ve cam siliciliğine başlar. İki yıl bu işi
yapar ve taşrada bir köye yerleşirler.
Orada da bir trafik kazasında ölürler.
Yeri midir bilmem ama Namık Kemal’in şu beytiyle Varomanın
Dayanılmaz Hafifiliği arasında bir münasebet kuruyor aklım:
Bais-i şekva bize
hüzn-i umumidir Kemal
Kendi derdi gönlümün billah gelmez yadına.
(Şikayetlerimizin nedeni genel hüzünlerdir oysa kendi dertlerim, kişisel sorunlarım aklıma dahi gelmez.)
Dünya ve ülke sorunlarıyla ilgilenmek, genel sorunlar, bağımsızlık, başkalarının dertleriyle ilgilenmek ağır, zor; bir işinin olması, ailenin olması, günlük ihtiyaçlar, erotizm, kişisel özgürlük yaşamın hafif yanları.
Kendi derdi gönlümün billah gelmez yadına.
(Şikayetlerimizin nedeni genel hüzünlerdir oysa kendi dertlerim, kişisel sorunlarım aklıma dahi gelmez.)
Dünya ve ülke sorunlarıyla ilgilenmek, genel sorunlar, bağımsızlık, başkalarının dertleriyle ilgilenmek ağır, zor; bir işinin olması, ailenin olması, günlük ihtiyaçlar, erotizm, kişisel özgürlük yaşamın hafif yanları.
Hafifliği yansıtan yoğun yatak ve cinsellik sahneleriyle
dolu olsa da Varolmanın Dayanılmaz Hafifliği, bireysel yaşamın, aşkın, iş
hayatının, ülke sorunlarıyla ilgilenmenin, hatta dünyanın geniş bir özeti. Ben
de biliyorum bu özet çok uzadı ama her okundukça aklıma gelenler ile daha da
uzayacağa benziyor, var olmanın dayattığı ağırlıkla.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder