3 Aralık 2016 Cumartesi

Ela Gözlü Pars Celile Romanı Üzerine Birkaç Söz

CELİLE’YE YAZIK ETMİŞSİNİZ OSMAN BEY

Eski gazeteci ve televizyoncu Osman Balcıgil, Nazım Hikmet’in annesi Celile hanımın yaşamöyküsünü  merkeze alan bir kitap yazmış. Kitabın kapağında ve giriş sayfalarında yazılan metnin “roman” olduğunu belirten bir etiket yok ama yazarın biyografisinin yer aldığı 6. Sayfada eserleri kısmında diğer biyografik metinler “Romanları” başlığı altında toplanmış, buradan anlaşılıyor ki “Ela Gözlü Pars Celile” ye de bir sonraki eserde roman denecek. Roman kavramının geniş  ve zorlama anlamlarından birini karşılayabilir belki bu metin ama edebi roman kategorisinde değerlendirmek bir hayli zor.  İlla roman kategorilerinden birine sokulacaksa “piyasa romanı” denebilir. “Dünya’da ne kadar romancı varsa o kadar roman tanımı vardır./Peyami Safa”  Ama kitabın 60. baskısı elimizde. Baskı sayısı, bir eserin edebi değerini değil ticari başarısını gösterir. Roman yazmak zaten zor sanattır, yaratıcılık gerektirir, sanal tanrıcılık gibi. Kurguda başarılı olan hayalperest, dilini de olgunlaştırınca anlatacağı olaylar ve kişiler ilgiyle izlenebilir. Artık romancı, hayal dünyasını bizim gerçek dünyamıza ne denli yaklaştırıp canlandırmada başarılı olduysa o denli kabul edilir bir anlatıcı olur. Romancının kendini okura kabul ettirmede kullanacağı biricik araç dil, biricik yöntem kendini farklı kılan anlatım biçimi, üsluptur. Biyografik roman yazmak daha zordur. Romancılık işini tersten yapmaktır biyografik çalışma. Kahraman, yazarın hayalinde değildir, gerçekten yaşamıştır. Kendisinden Assos’u anlatması istenen tarih öğretmeninin “Nesini anlatayım her taraf kaya burada” dediği gibi biyografik roman yaşanmış gerçek hayatın sınırlarında kalmak zorundadır. Yazarın elini kolunu bağlar bu somut hayat. Binbir zahmetle örülecek olay örgüsünün yerini kronolojik bir hayat hikâyesi alır. Diğer kişileri de romancı seçemez, onları da kahraman yaşadığı hayatta seçmiştir. Romancıya ne kalır, kişinin örnek alınacak yaşamından gelecek kuşaklara aktarılacak erdem, dünya görüşü ve davranışlarını öne çıkarmaktan başka? Bir de bunları etkileyici bir dille anlatmak. İşte, bu çerçevede ele alırsak Ela Gözlü Pars Celile’yi, hemen,  “O, Nazım Hikmet’in annesi, Yahya Kemal’in sevgilisi, Osmanlı’nın ilk kadın nü ressamıydı…”  kitap adı alt başlık altı yazısından kitabın yazılış amacını anlayabiliriz: Yan kişiler ortaya çıkıyor: Şair Nazım, Şair Yahya Kemal… Yahya Kemal değil ama Nazım Hikmet’in şöhretinin Celile hanımı, adına yazılan romanda bile ezip geçtiğini gösteriyor yazar. Babası Enver Paşa, kayınpederi Nazım Paşa, kocası Hikmet Bey de gölgede yerlerini alıyorlar. Hele Celile hanımın kardeşi Münevver ve kızı Samiye öyküye zorla iliştirilmiş buzdolabı magneti gibi duruyorlar metinde. Balcıgil, cesur bir çıkışla iki ayrı zaman ekleminde kurgulamış anlatımını. 1) Nazım’ın hapishanede başlattığı açlık grevinin önüne geçmek için Galata Köprüsü’nde annesi Celile’nin eylem başlatmasıyla işleyen 1950’li yıllar. 2. Nazım Hikmet’in doğumuyla başlayan 20. Yüzyıl başlarındaki Selanik günleri. Her iki zaman da Celile’yi değil Nazım’ı merkeze alan bir kronolojik sıra izliyor. Roman Celile’nin değil Nazım’ın romanı olarak adlandırılsa daha doğru olurdu. Birbirini takip eden elli yıl içinde iki ayrı İstanbul, iki ayrı Türkiye değerlendirmesi beklemek fazla mı olurdu bu romandan bilmiyorum ama öğretmen – öğrenci konumlarındaki iki büyük şair edebiyata katkıları açılarından daha detaylı işlenebilirdi en azından.   Kahramanların ideolojik görüşleri fazla irdelenmeden sevdiriliyor. Bu görüşlere karşı olan Yahya Kemal ise ister istemez olumsuz, kötü gösteriliyor. Okuyucu ona kızıyor, Celile hanımın aşkına ihanet ettiği için. Sanatını da şairliğini de aşağılıyor handiyse.  Oysa, Celile’yi pars yapan Yahya Kemal hem de Ela Gözlü Pars. Oysa ne şiirler yazmış Celile hanım için:” Körfezdeki durgun suya bir bak göreceksin / Geçmiş gecelerden biri durmakta derinde/ Mehtab… İri güller… Ve senin en güzel aksin / Velhasıl o rüya duruyor yerli yerinde ” Biraz, objektiflik, tarafsızlık kitabı daha roman yapardı. Kolaya kaçılmış, günlük dil kullanılmış, anlatımda üslup gayreti görülmüyor bu da metni basitleştiriyor. Bir basitlik örneği daha: Yazar bazı sözcükleri çok sık kullanıyor, "sevgili" bunlardan biri, gına geliyor inanın. "Sevgili Marcel", Celile'nin mektup arkadaşı, bu Celile hanımın yaşamına girmiş gerçek bir kişi midir yoksa Osman Bey'in roman kişisi mi? Bunun pek önemi yok ama artık mektup yöntemi roman tekniğinde önemini yitirdi, eylem ayağını kırıyor romanın, gidiyor olayın hareketliliği. Şu romanı Ahmet Mithat Efendi yazsa daha iyi yazardı yani.
Gazete haberi yazar gibi yazmış Osman Bey kitabını eski alışkanlıkla belki. Bir de nedir o hemen her sayfanın altında bir sürü açıklama, roman mı okuyacağız, dipnota mı bakacağız, çok yorucu ve gereksiz. Okuru bu kadar basite indirgemenin ne alemi var. Okurun elinin altında google var, açar bakar ama yazar da fazlasını mı yapmış sanki. Şöyle, kitaptan alıntı yapılacak etkili bir cümle aradım maalesef bulamadım. Hikmet Bey ile  İstanbul'dan Halep'e giderlerken Celile kendilerini uğurlayan kardeşine, "mektup yaz bana unutma" diyor. Sayın Balcıgil, giden değil gönderen mektup bekler gidenden, başka bir yerde aynı şeyi bir daha yaptırtıyor yazar kahramanımıza yazık.
Tekrar söylüyorum: Bir ressam ve iki usta şair daha güzel anlatılabilirdi.
“Duydumsa da  zevk almadım İslav kederinden” diyor ya usta şair Kar Musikileri’nde, okudumsa da keyif almadım Balcıgil’in Ela Gözlü Pars Celile romanından.

NOT: Beşir Ayvazoğlu, “Bozgunda Fetih Rüyası, Otobiyografik Roman”’ında Yahya Kemal - Celile aşkına tarafsız gözle bakmış, daha edebi bir dil ve düzey tutturmuş, tavsiye ederim. Bana da hocam Prof. Dr. Süreyya Beyzadeoğlu önerdi.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder