Eski gazeteci ve televizyoncu Osman Balcıgil, Nazım
Hikmet’in annesi Celile hanımın yaşamöyküsünü merkeze alan bir kitap yazmış. Kitabın
kapağında ve giriş sayfalarında yazılan metnin “roman” olduğunu belirten bir
etiket yok ama yazarın biyografisinin yer aldığı 6. Sayfada eserleri kısmında
diğer biyografik metinler “Romanları” başlığı altında toplanmış, buradan
anlaşılıyor ki “Ela Gözlü Pars Celile” ye de bir sonraki eserde roman denecek. Roman
kavramının geniş ve zorlama anlamlarından
birini karşılayabilir belki bu metin ama edebi roman kategorisinde
değerlendirmek bir hayli zor. İlla roman
kategorilerinden birine sokulacaksa “piyasa romanı” denebilir. “Dünya’da ne kadar romancı varsa o kadar
roman tanımı vardır./Peyami Safa” Ama
kitabın 60. baskısı elimizde. Baskı sayısı, bir eserin edebi değerini değil
ticari başarısını gösterir. Roman yazmak zaten zor sanattır, yaratıcılık
gerektirir, sanal tanrıcılık gibi. Kurguda başarılı olan hayalperest, dilini de
olgunlaştırınca anlatacağı olaylar ve kişiler ilgiyle izlenebilir. Artık
romancı, hayal dünyasını bizim gerçek dünyamıza ne denli yaklaştırıp
canlandırmada başarılı olduysa o denli kabul edilir bir anlatıcı olur.
Romancının kendini okura kabul ettirmede kullanacağı biricik araç dil, biricik
yöntem kendini farklı kılan anlatım biçimi, üsluptur. Biyografik roman yazmak
daha zordur. Romancılık işini tersten yapmaktır biyografik çalışma. Kahraman,
yazarın hayalinde değildir, gerçekten yaşamıştır. Kendisinden Assos’u anlatması
istenen tarih öğretmeninin “Nesini anlatayım her taraf kaya burada” dediği gibi
biyografik roman yaşanmış gerçek hayatın sınırlarında kalmak zorundadır.
Yazarın elini kolunu bağlar bu somut hayat. Binbir zahmetle örülecek olay
örgüsünün yerini kronolojik bir hayat hikâyesi alır. Diğer kişileri de romancı
seçemez, onları da kahraman yaşadığı hayatta seçmiştir. Romancıya ne kalır,
kişinin örnek alınacak yaşamından gelecek kuşaklara aktarılacak erdem, dünya
görüşü ve davranışlarını öne çıkarmaktan başka? Bir de bunları etkileyici bir
dille anlatmak. İşte, bu çerçevede ele alırsak Ela Gözlü Pars Celile’yi,
hemen, “O, Nazım Hikmet’in annesi, Yahya
Kemal’in sevgilisi, Osmanlı’nın ilk kadın nü ressamıydı…” kitap adı alt başlık altı yazısından kitabın
yazılış amacını anlayabiliriz: Yan kişiler ortaya çıkıyor: Şair Nazım, Şair
Yahya Kemal… Yahya Kemal değil ama Nazım Hikmet’in şöhretinin Celile hanımı, adına
yazılan romanda bile ezip geçtiğini gösteriyor yazar. Babası Enver Paşa,
kayınpederi Nazım Paşa, kocası Hikmet Bey de gölgede yerlerini alıyorlar. Hele
Celile hanımın kardeşi Münevver ve kızı Samiye öyküye zorla iliştirilmiş
buzdolabı magneti gibi duruyorlar metinde. Balcıgil, cesur bir çıkışla iki ayrı
zaman ekleminde kurgulamış anlatımını. 1) Nazım’ın hapishanede başlattığı açlık
grevinin önüne geçmek için Galata Köprüsü’nde annesi Celile’nin eylem
başlatmasıyla işleyen 1950’li yıllar. 2. Nazım Hikmet’in doğumuyla başlayan 20.
Yüzyıl başlarındaki Selanik günleri. Her iki zaman da Celile’yi değil Nazım’ı
merkeze alan bir kronolojik sıra izliyor. Roman Celile’nin değil Nazım’ın
romanı olarak adlandırılsa daha doğru olurdu. Birbirini takip eden elli yıl içinde
iki ayrı İstanbul, iki ayrı Türkiye değerlendirmesi beklemek fazla mı olurdu bu
romandan bilmiyorum ama öğretmen – öğrenci konumlarındaki iki büyük şair edebiyata katkıları açılarından daha detaylı işlenebilirdi en azından. Kahramanların ideolojik görüşleri fazla
irdelenmeden sevdiriliyor. Bu görüşlere karşı olan Yahya Kemal ise ister
istemez olumsuz, kötü gösteriliyor. Okuyucu ona kızıyor, Celile hanımın aşkına
ihanet ettiği için. Sanatını da şairliğini de aşağılıyor handiyse. Oysa, Celile’yi pars yapan Yahya Kemal hem de
Ela Gözlü Pars. Oysa ne şiirler yazmış Celile hanım için:” Körfezdeki durgun
suya bir bak göreceksin / Geçmiş gecelerden biri durmakta derinde/ Mehtab… İri
güller… Ve senin en güzel aksin / Velhasıl o rüya duruyor yerli yerinde ” Biraz,
objektiflik, tarafsızlık kitabı daha roman yapardı. Kolaya kaçılmış, günlük dil
kullanılmış, anlatımda üslup gayreti görülmüyor bu da metni basitleştiriyor. Bir basitlik örneği daha: Yazar bazı sözcükleri çok sık kullanıyor, "sevgili" bunlardan biri, gına geliyor inanın. "Sevgili Marcel", Celile'nin mektup arkadaşı, bu Celile hanımın yaşamına girmiş gerçek bir kişi midir yoksa Osman Bey'in roman kişisi mi? Bunun pek önemi yok ama artık mektup yöntemi roman tekniğinde önemini yitirdi, eylem ayağını kırıyor romanın, gidiyor olayın hareketliliği. Şu romanı Ahmet Mithat Efendi yazsa daha iyi yazardı yani.
Gazete haberi yazar gibi yazmış Osman Bey kitabını eski alışkanlıkla belki. Bir de nedir o hemen her sayfanın altında bir sürü açıklama, roman mı okuyacağız, dipnota mı bakacağız, çok yorucu ve gereksiz. Okuru bu kadar basite indirgemenin ne alemi var. Okurun elinin altında google var, açar bakar ama yazar da fazlasını mı yapmış sanki. Şöyle, kitaptan alıntı yapılacak etkili bir cümle aradım maalesef bulamadım. Hikmet Bey ile İstanbul'dan Halep'e giderlerken Celile kendilerini uğurlayan kardeşine, "mektup yaz bana unutma" diyor. Sayın Balcıgil, giden değil gönderen mektup bekler gidenden, başka bir yerde aynı şeyi bir daha yaptırtıyor yazar kahramanımıza yazık.
Tekrar söylüyorum: Bir ressam ve iki usta şair daha güzel anlatılabilirdi.
“Duydumsa da zevk almadım İslav kederinden” diyor ya usta şair Kar Musikileri’nde, okudumsa da keyif almadım Balcıgil’in Ela Gözlü Pars Celile romanından.
Gazete haberi yazar gibi yazmış Osman Bey kitabını eski alışkanlıkla belki. Bir de nedir o hemen her sayfanın altında bir sürü açıklama, roman mı okuyacağız, dipnota mı bakacağız, çok yorucu ve gereksiz. Okuru bu kadar basite indirgemenin ne alemi var. Okurun elinin altında google var, açar bakar ama yazar da fazlasını mı yapmış sanki. Şöyle, kitaptan alıntı yapılacak etkili bir cümle aradım maalesef bulamadım. Hikmet Bey ile İstanbul'dan Halep'e giderlerken Celile kendilerini uğurlayan kardeşine, "mektup yaz bana unutma" diyor. Sayın Balcıgil, giden değil gönderen mektup bekler gidenden, başka bir yerde aynı şeyi bir daha yaptırtıyor yazar kahramanımıza yazık.
Tekrar söylüyorum: Bir ressam ve iki usta şair daha güzel anlatılabilirdi.
“Duydumsa da zevk almadım İslav kederinden” diyor ya usta şair Kar Musikileri’nde, okudumsa da keyif almadım Balcıgil’in Ela Gözlü Pars Celile romanından.
NOT: Beşir Ayvazoğlu, “Bozgunda Fetih Rüyası, Otobiyografik
Roman”’ında Yahya Kemal - Celile aşkına tarafsız gözle bakmış, daha edebi bir
dil ve düzey tutturmuş, tavsiye ederim. Bana da hocam Prof. Dr. Süreyya Beyzadeoğlu
önerdi.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder