TUTUNAMAYANLAR’DAN SONRA
Uzun bir direnişten sonra Oğuz Atay’ın Tutunamayanlar
romanını bitirebildim. Okuma belki on kere ara vererek 50-60 gün sürdü. Araya
5-6 kitap girdi.
Kitabı bitirdikten sonra bu yazıyı yazmak için de 20-25
gündür bekliyorum. Şunları söyleyebilirim:
1-Yazar, romanı yazmadan önce Dünya klasiklerini devirmiş.
Yer yer Gogol’den, Dostoyevski’den, Tolstoy’dan, Gonçarov’dan, Turgenyev’den,
Cervantes’ten, Nabokov’dan, Kafka’dan, Gorki’den ve daha bir sürü yazardan söz ediyor. Yazarın
ilk romanı ama hiç de ilk roman havası yok, çokça bilgi ve kültür birikimi
yüklü bir eser.
2. Yazar, Oğuz Atay bir inşaat mühendisi ama okumuş, aydın,
“Ne olacak bu memleketin hali?” sorusuna kafa patlatan bir muhalif. Bir
gayrimemnun, rahatsız ve huzursuz ama meselenin özüne inen kim var da memnun
olmuş, rahat kalmış ve huzuru kaçmamış?
3. Eser biçim bakımından ve öz olarak eleştirel yönü öne
çıkan bir roman. Bu kitabı okuduğumdan söz etmedim kendisine ama ayaküstü
konuştuğum ve roman yazmakta olduğunu bildiğim öykü yazarı Refik Algan,
edebiyatta önemli olanın yenilik getirmek olduğunu vurgulamıştı. “Biçimde ya da
anlatımda yenilik yapmazsan sesin çıkmaz. Yeni ve değişik olmalı yazar.”
demişti. Tutunamayanlar, yeni ve değişik bir roman.
4. Okuduğum kitabın, korsan baskı olma ihtimali yüksek.
Birçok satırında yazım yanlışları vardı. Bir de Ömer Madra ve Enis Batur ayrı
ayrı 17 sayfa tutan” önsöz” ve ”tanıtım” yazıları kaleme almışlar. Baskı
korsanlığından daha tehlikeli bir iş gibi geldi nedense bu korsan yazarlık
bana. Oğuz Atay’a mı okuyucuya mı yukarıdan bakma tam anlayamadım. Acaba bu
yazılardan Oğuz Atay’ın haberi olsa kitabına sokulmalarına izin verir miydi?
Hiç sanmıyorum.
5. Romanın başında “Sonun Başlangıcı” “Yayımcının
Açıklaması”, sonunda “Turgut Özben’in Mektubu başlıklı üç yazı var ki bunlar
biçimle ilişkilendirilebilir yenilik veya değişiklik.
6.Gereksiz gördüğüm önsöz ve tanıtım yazıları dışında tam
707 sayfa, tuğla kalınlığındaki kitap 4 ana bölümden ve 20 iç bölümden
oluşuyor. Olay örgüsünün sunumunda da değişik bir yöntem uygulamış yazar: “Olay
böyle bir ortamda başlamıştı. Aslında buna olay bile denemezdi. Turgut, yani
bir bakıma bir zamanlar onun en iyi arkadaşı, olayı gazeteden, yani olayları
veren bir organdan öğrendiği için olay diye adlandırılabilirdi bu durum.” Sayfa
27.
Sizi bilmem ama ben şunu anladım: Kardeşim romanda mutlaka
izlenmesi gereken bir olay örgüsü olması şart değildir.
Neyse ipin ucunu kaçırmadan kaba hatlarını çizmeye çalışayım
olayın: Turgut Özben adındaki inşaat mühendisi çok yakın arkadaşı Selim Işık’ın
intihar etmesi üzerine derin düşüncelere dalıyor. İntihar sebebini araştırıyor.
Selim’in diğer yakın arkadaşlarıyla konuşuyor. Önce Süleyman Kargı’dan aldığı
eski tarz yazılmış şarkı sözleri ve açıklamalarıyla bunaltıyor okuyucuyu. Bu
uzun bölüm bana bir edebiyat-şiir eleştirisi gibi geldi. Şiirin hayattaki
yerinin bizdeki gibi olmaması gerektiğini mi vurguluyor acaba yazar diye
düşünüp durdum, okuyanların yardımlarını bekliyorum özellikle bu şiir
açıklamaları konusunda. Ne olursa olsun, romanın olmasa da olur dediğim
bölümleri bu bölümler. Bu şiir açıklamaları vesilesiyle yazar bürokrasi ve
sosyal yaşam ve hatta din örgütlenmeleri üzerine aksiklopedik eleştiriler düzmüş ama olaylar
arası geçişler yok viyadüklerden atlarken okuyucu kendini alttaki şosede bulabilir
alimallah. Süleyman Kargı’dan sonra Selim’i tanıyan Metin’le meyhaneleri ve
randevuevlerini ziyaret ediyor Turgut ama Metin’e Selim’le buralarda yaşadıklarını
anlattırıyor, Selim Turgut’un yerini almaya başlıyor yok ters söyledim, Turgut,
Selim oluyor. Bundan sonrasında her kahraman biraz Selim’dir. Selim’in başka
yakın arkadaşı müzmin talebe Esat ve
Selim’in sevgilisi Günseli de Selim’le yaşadıklarını anlatıyorlar. Günseli’nin
anlattıklarında yazar değişik bir biçim denemiş, hiç noktalama işareti
kullanmamış. Sular seller gibi yazmış. Bir duygu akışını okuyucuya hissettirmek
için yapmış bunu diye düşündüm, başka nedenleri de olabilir tabi. Bunlar da
kesmiyor Turgut’u evini işini terk edip Anadolu’ya gidiyor. Niye gidiyor,
Selim’i mi arıyor, Selim olmaya mı gidiyor? Kendisini mi arıyor? Karısından mı
kaçıyor? Çıkaramadım. Bu konuda da yardım bekliyorum. Ama en hareketli bölüm bu
bölüm. Adam (Turgut) önce kendi
arabasıyla, sonra trenle yolculuk ediyor. Ve bir istasyonda kayboluyor. Roman
böyle bitiyor. Oğ, az kalsın en büyük yeniliği unutuyordum asıl kahramanımızı,
Olriç’i, Turgut’un iç beni Olriç. Her halde Olriç de kayboluyor.
7. Tutunamayanlar, bir toplum eleştirisi, bireyi eleştiren
bir eser. Çuvaldızı da bireye batırıyor. “Sistemde hata arayacağına bir şeyler
yap, adam ol önce” diyor sanki. Bana şu meşhur Konya sözünü hatırlattı: Ahali
sağlam sen kendine bak.
8. Ne okuyayım diyenlere
Tutunamayanlar’ı şiddetle tavsiye ederim.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder