3 Aralık 2016 Cumartesi

PİRANDELLO VE MATTİA PASCAL SAHİDEN YAŞADI MI YAŞAMADI MI?

PİRANDELLO VE MATTİA PASCAL SAHİDEN YAŞADI MI YAŞAMADI MI?

İtalyan edebiyatı denince aklıma Dante gelir. Onun dışında bir iki kitabını okuduğum İtalo Calvino, İtalo Svevo ve Umberto Eco bildiğim İtalyan yazarlar ama 1934 Nobel Edebiyat Ödülünü kazanan Luigi Pirandello adını duymamıştım. Mattia Pascal Sahiden Yaşadı mı Yaşamadı mı?  adlı romanını  okumaya başlamadan doğrusu Dantevari bir yönelişle İlahi Komedya esintili bir kalıpla karşılaşacağımı sandım. Sandığım çıkmadı. Yazar sıradan bir olayı basit bir kurgu ile roman yapmış. Kitabın başında, sunuş yazısında Charles Simic’in de belirttiği gibi “Bu, mutsuz bir evlilikten kaçan ve iki haftalığına ortadan kaybolduktan sonra evine dönerken bir değirmen oluğunun sularında bulunan fazlasıyla çürümüş bir bedenin kendisine ait olduğu zannedildiğini fark eden bir adamın öyküsüdür.”
Babasının iflasının ailesi üzerindeki etkilerinden dolayı hayatının mutlu günlerini sadece çocukluk yıllarından kalma zamanlardan hatırlayan okumak için kimsenin kapısını açmadığı bir kasaba, Miragno kütüphanesinde memur olan kahramanımız kumardan kazandığı parayla evine dönerken bir gazetede kendisinin öldüğünü öğrenir bunun üzerine evine dönmez Roma’ya gider, başka bir kimlikle, Adriano Meis adıyla yaşamaya çalışır. Bir aşk ve kıskançlık macerasına ilişkin düellodan sıvışmak amacıyla ikinci kimliğini köprüden atar, doğduğu kente Miragno’ya döner. Tabii karısı en yakın arkadaşıyla evlidir. Dokunmaz onların hayatlarına, tek akrabası halasıyla yaşamaya ve anılarını (romanı) yazmaya çalışır. Pascal’ın önemsiz Torino ve Napoli seyahatleri de var ama olay genellikle Roma’da geçiyor.
Yazarın kitabın ilk yayım tarihinden yaklaşık yirmi yıl sonra romana eklediği son sözden anlaşıldığına göre sanal hayatlar oluşturma sanatı olarak tiyatro eserlerinin –yazarın 44 tiyatro eseri var- eleştirilerine bir kanıt olarak Mattia Pascal Sahiden Yaşadı mı Yaşamadı mı? romanının gerçeklikle bağlantısını gazete kupürleriyle destekliyor, hayat ve ölüm üzerine felsefi yorumlar yapıyor.
Pirandello’nun kişileri, umutsuz, başarısız, karamsar kişiler. Ama dili ve anlatımı eğlenceli, ironik anlatımı seven bir yazar. Yaşamın acı yönlerini komikliklerle atlatmayı yeğliyor. İşte romandan seçtiğim cümleler:
 “Felaket görmüş insanlar, batıl inançlara saplanırlar. Her ne kadar başkalarının saflığı ile alay etseler bile kendilerini birden batıl inançtan gelen ümide kaptırmaktan alamazlar, tabii bu ümitleri daima boşa çıkar.” S.70
“Sırtımıza giydiğimiz elbiseler, biçimi ve rengiyle hakkımızda en tuhaf hükümlerin verilmesine yol açar.” S.83
“Toprağa yakın olmak iyidir, hele altında olmak daha iyidir.” S.88
“Eğer bir kadın kasten yapmadıysa kocasını bir yabancı adamla karıştıramaz.” S.101
 “Her cisim, bizde yarattığı ve kendi etrafında topladığı atıflara ve çağrışımlara göre değişik bir görünüm alır. Şüphesiz ahenkli bir idrak içinde bizde uyandırdığı çeşitli, tatlı duygularla sevdirir kendini. Bununla birlikte ve de çok kere bize verdiği haz, eşyanın kendisine bağlı değildir. Düş gücümüz onu bize zevk veren hayallerle süsleyerek (ve kendisinden ayırarak) güzelleştirir. Artık onu olduğu gibi değil bizde uyandırdığı ya da alışkanlığın getirdiği, kendisine bağladığı hayaller içinde görürüz. Öyle ki o cisimde sevdiğimiz, kendimizden ona kattığımız şeydir; onunla kendi aramızda kurduğumuz kaynaşma, onu dolduran ruhtur ve hatıralarımız onu yoğurmuştur.” S.119
“Vicdan mı? Ama vicdan bir şeye yaramaz bayım! Yeterli bir kılavuz değildir vicdan; kendimizi başka insanlardan tecrit edebilseydik ve vicdan –doğası gereği- başkalarına açık olmasaydı yeterli gelirdi belki. Vicdan meselesinde bence esaslı bir ilişki var… Şüphesiz ‘düşünen ben’ ile ‘düşündüğüm öteki insanlar’ arasında; bunun için kendine yeten mutlak bir şey değildir vicdan. Bilmem anlatabiliyor muyum… Bu düşündüğüm ya da düşündüğünüz, başkalarının duyguları, eğilimleri, zevkleri bende ya da sizde yansımazsa ne halimizden memnun oluruz ne huzura kavuşuruz ne de sevinç duyarız. Bizler duygu, düşünce ve eğilimlerimizin, başkalarının vicdanında yansıması için savaşmaktayız. Ve bu süreç gerçekleşmediğinde, hani derler ya, tohumun toprağa düşüp yeşermesi için uygun hava şartları olmadığında yani senin fikrin başka birinin bilincinde filizlenmediğinde, o zaman dostum, vicdanının yeterli olduğunu nasıl söylersin.” S.122
“Nefret ederim belagatten. Retorik denen o çenesi düşük yosmadan, o dörtgöz sırnaşıktan. Retorik, göğsünü gerip şu ukalaca güzel sözü savurmuştu: Vicdanım var, bu da bana yeter! Elbette çok önceleri Çiçero da “Vicdanım bana diğer insanların söyleyeceklerinden daha çok şey ifade eder” demişti. Evet, hani hatip olmasına iyi hatipti şu Çiçero, işte bu kadar… Tanrı bizi korusun! Böylesi, keman çalmayı yeni öğrenmeye başlamış bir çocuğun çıkardığı seslerden bile dayanılmazdır.” S.122
“Bir sürü eşim dostum var; ama inanın bana, belli bir yaştan sonra, akşam eve gidince insanı bir karşılayan olmaması hiç de hoş bir şey değil. Bunu anlayan da var anlamayan da. Anlamak daha kötü; çünkü bu can sıkıntısı insanda ne güç bırakıyor ne istek. Anlayan bir kimse şöyle der: “Şunu yapmamalı, şunu yapmalıyım; budalaca ir şey yapmamak için böyle davranmalıyım.” Güzel! Ama böyle bir adam günün birinde hayatın baştan sona budalalık olduğunu görür. Rica ederim söyleyin bana hiçbir budalalık etmemiş olmanın anlamı nedir? Bu sadece yaşamamış olmak demektir azizim.” S.124
“Sadakat, namus, haysiyet, işte emir hükmünde üç kutsal sözcük. Bir de onur var ki o da yüce bir kavram… Ama günlük hayatta işler böyle yürümez. Bu kutsal kavramların esamisi okunmaz… İsterseniz ahbaplarınıza sorun bu işi, cüretkar olanlara.” S.125
“Neden insanlar hayatlarının gidişini boyuna biraz daha karmaşık bir hale sokarlar? Arabaların böylesine hayhuy içinde geçişi neden? Her şeyi makinelerin yaptığı bir zaman gelince insanlar ne yapacaklar? En sonunda ilerleme denen şeyin mutluluklarıyla hiçbir ilişkisi olmadığını fark edecekler mi? İnsanlığı zenginleştirdiği sanılan buluşlar ( aslında bunlar çok pahalıya mal olduğu için insanlığı  fakirleştirdiğini söylemek daha doğru) bunlara arşı duyduğumuz hayranlık dışında bize ne türlü bir mutluluk veriyor ki?” S.127
“Anlaşılması bunca güç bunca karmaşık makinelerle hayatın kolaylaştırıldığını kabul edelim: İnsanın sürdürmeye mahkum olduğu beyhude kör dövüşünü desteklemek, onu kolaylaştırmak ve makineleştirmekten  daha büyük kötülük olur mu?” S.128
“Kendi kendine yapayalnız yaşamak zorunda olan bir insanı can sıkıntısından doğan bir şaka nerelere ulaştırıyor! Kendi kendimi cezalandırmak geliyordu içimden. Yoksa filozof olmak üzere miydim?” S.129
“Acı çeken insan iyilik ve kötülük üzerine apayrı bir düşünce ediniyor. Sanki çektiği acıya karşılık başkalarının kendisine iyilik etmesini beklemeye ve yine acıları yüzünden başkalarına kötülük etmeye hakkı varmış gibi.” S.181
“Kim acemi aktörlerin kötü oynadıkları bir komediyi seyrederken üzüntü ve utanç duymaz?” S.196
“Ne mutlu ki edepsiz saçmalıklarla dolu olan yaşam, inandırıcılığı nadiren sorgulama ayrıcalığına sahiptir, öte yandan sanat buna dikkat etmek durumunda olduğunu hisseder.
Yaşamdaki saçmalıkların inandırıcı olması gerekmez çünkü onlar gerçektirler.Sanatın gerçekmiş gibi görünmek için inandırıcı olması gereken saçmalıklarının aksine. Sonra inandırıcı olduklarında artık saçma değildirler.
Hayattaki bir olay saçma olabilir; bir sanat eseri, eğer gerçek bir sanat eseriyse saçma olamaz.” S.275
“Demek istediğim bir romanı, öyküyü ya da oyunu, şu ya da bu karakteri, bir olay ya da duygunun betimlenme biçimini kınayarak, çok iyi bilir gibi göründükleri insanlık adına yargılayan beyefendiler. Sanki insanlık soyut bağlamda gerçekten varmış gibi şimdiye kadar yüceltilen tüm tuhaflıkları sergilemeye muktedir o sayısız çeşitlilikteki adam gibi değil çünkü bu adamların gerçek oldukları kadar inandırıcı olmaları gerekmez.” S.276
Hayvanların görevi mantıksız biçimde acı çekmektir. Acı çeken (ve tam olarak acı çektiği için) çıkarsama yapan kişi eleştirmenlere göre insan değildir; çünkü acı çeken kişi ancak bir hayvan olmak zorundaymış gibi görünür ve eleştirmenlere göre ancak hayvan olduğumuzda insan oluruz. S.277
“Normal hayat denilen şey nedir? Bu günlük olayların karmaşası içinden seçtiğimiz ve sonra gelişigüzel biçimde normal olarak nitelendirdiğimiz ilişkiler sisteminden başka nedir ki? Bir sanatçının dünyasını o dünyanın kendisi dışında herhangi bir yerden çıkarılan kıstaslarla yargılayamayız.”s.277
“Olmak istediğimiz ya da olmamız gereken şey diğerlerine nasıl göründüğümüz. Gerçekte ne olduğumuzu bir noktadan sonra kendimiz bile bilmeyiz. … herkesin maksatlı olarak kendisinin kuklası olduğu bir mekanizma vardır ve sonunda her şeyi yıkan darbe gelir.” S.279
“…hayal gücü hayatın ne kadar inanılmaz olabileceğini kanıtlamaktan zevk alıyor, bilinçsizce sanattan kopyaladığı bu türden romanlarda bile.” S.282




Hiç yorum yok:

Yorum Gönder