3 Aralık 2016 Cumartesi

Yakup Kadri KARAOSMANOĞLU / GERÇEK OLAYLARDAN ESİNLENEN BAŞKAHRAMANSIZ BİR ROMAN: PANORAMA

PANORAMA / Yakup Kadri KARAOSMANOĞLU

1948’de birinci cildi, 1952’de 2.cildi yayımlanan Panorama romanı, yazıldığı dönemi yansıtan, yazıldığı dönemin Türkiye’sinin genel fotoğrafını çeken bir romandır. Romandaki yer adlarının fotoğrafın genel çerçevesini olabildikçe geniş tutulmak için seçildiği anlaşılmaktadır: Ankara, İstanbul, İzmir, Diyarbakır, nokta nokta ili veya illeri ile yazar gözlem alanını ülkenin her köşesine yaymaya çalışmıştır. İkinci ciltte çevre daha da genişlemiş Avrupa (Almanya, Fransa ve İsviçre de) yazarın objektifine girmiştir. Öne çıkartılan ve olayların merkezinde yer alan bir başkahramanın bulunmayışı, romanın adına uygun olduğu gibi Türk romanında bir yeniliktir. Türk okuru olarak ilk kez, çok kişili, çok olaylay ancak başkahramansız bir romanla karşılaşıyoruz.
Cumhuriyet devrimlerini savunan Kadroculardan olan Yakup Kadri, Panorama’da devrimlerin, Kemalizm’in topluma henüz benimsetilemeden bir karşıdevrim ile ortadan kaldırılması tehlikesini ve endişesini dile getirmeye çalışmıştır.
Birinci ciltte 11, ikinci ciltte7 olmak üzere her biri ayrı başlıkla sunulan toplam 18 bölümden oluşan roman toplumun hemen her kesiminden insan manzaralarını okuyucunun gözlerinin önüne serme gayretindedir: Milletvekilleri Halil Ramiz ve Neşet Sabit, Faik Hoca, Hacı Rasim, Banka Genel Müdürü, Servet Bey, Servet Bey’in eşi Naşide hanım, çocukları Sevim ve Nedim, Sevim’in ecnebi sevgilileri,  müteahhit  Sırrı Bey, Felsefe Öğretmeni sonradan profesör Ahmet Nazmi, Dış Ticaret Uzmanı Cahid Halid, Doktor Namık Ahmet, doktorun eşi Neriman hanım, Alman hemşire Gerturud,  Vali İhsan Turan bey, Halk Partisinin genel merkez ve il ve ilçe yöneticileri, Osmanlı Paşazadeleri Osman Nuri, eşi vezir kızı Seniye hanım, çocukları Fuat ve Semra, Semra’ya tutkun mühendis Ragıp, ticaret ve siyasetle geçinen Tahincizadeler; baba Emin Bey, karısı Zübeyde hanım, iki oğlu, il başkanı Tahir ve Nuri, besleme ve sonraki eşi Fatma, sokak çocukları Pertev ve Ziver, Pertev’in evlendiği Kevser, Kevser’in kardeşi Hamiyet ve anneleri Sıdıka hanım, üç karısını öldüren Komiser Hamdi Bey, Komiserin dördüncü eşi Nebile,komiserin dadısı Fıtnat hanım, bir resmi dairede muavin Niyazi Bey, esnaf Mansurzade Hüseyin efendi, banka hizmetlisi Cafer efendi, şoför Hayri, katip Seyfi, köylüler Emeti Nine, torunları Ali ve Nefise, çiftlik sahibi Fazlı bey, muhtar Yaşar, avukat Kenan bey, kahveci Kamil, roman tefrikacısı İdris Hulusi, Üsküplü genç çevirmen, gazeteci Turgut, fıkra yazarı Selim Sabri, avukat Hafız Necati, Rumelili kahveci İsmail Kalfa, ayine katılanlar… Bu kadar kalabalık kişiler kadrosu içinde şu veya şunlar başkişidir diyebileceğimiz hiçbir ismi öne çıkaramayız. Romanın olay zincirinin oluşumu, kurgusu da Türk romanında bir yeniliktir. Her bölüm aslında başlı başına ayrı bir romana konu olabilecek özellikte ve diğer bölümlerden bağımsızdır. İleride daha önce işlenmiş bir bölümün devamı olan bir bölümle karşılaşabiliyoruz ancak bir önceki ve sonraki bölümler tamamen bağımsız bölümlerdir. Bu bağımsız bölümleri birleştiren zaman unsurudur. Türkiye panoraması anlatıldığını kabul edersek geniş ölçüde yer unsuru da birleştirici olarak kabul görebilir. Canlı olarak 1930’lardan alıp farklı ve enteresan olaylarla 1950’lerin ilk yıllarına değin getiriyor okuru yazar. Bu enteresan olaylar öyle sanıyorum ki gazetelerin 1. Ve 3. Sayfa haberlerinden akılda kalanlardır. Atatürk’ün ölümü, İkinci Dünya savaşının tahribatı, Demokrat Parti’nin kuruluşu, 1946 ve 1950 seçimleri,  basın ve matbuat dünyasında dönen dolaplar, konut kooperatifçiliği dolandırıcılıkları, müteahhit  iflasları, ev alamayan memur intiharları, esnafın içler acısı durumu, milletvekillerinin iş takipleri, her dönem işini yürüten düzenbazlar, arazi mafyalarının öncülleri, karaborsacılar, köy arazi anlaşmazlıkları, seçim ve adaylık dalavereleri, politik ayak oyunlarının yanı sıra vakayi adiyeler, uyuşturucu bataklığına saplanmış sokak çocukları, taksicinin tecavüzüne uğrayan artist meraklısı kızlar, tuhaf fantezileri olan üç karısının katili komiser ve benzeri olaylar ve ilginç kişiler romanı, birbirlerine siyahla beyaz kadar zıt fikirlerin çatışmasından, ilerici gerici kısır döngüsünden kurtarıp hareketlendiriyor, renklendiriyor. Yoksa, haddizatında bir düşünce romanı, tezli bir roman olan Panorama’da yazarın okuyucuya benimsetmek istediği fikirlerin yer aldığı  İzmir’den Diyarbakır’a Diyarbakır’dan İzmir’e gönderilen mektupları okurken yahut bu mektupları yazanlardan biri olan felsefe profesörü Ahmet Nazmi ile köşe yazarı Osman Fuat’ın karşılıklı konuşmalarını yahut yine Osman Fuat’ın Üsküplü Sırpça çevirmeni ile sohbetlerini okurken hayli sıkılırdık.
Yeri geldikçe Tevfik Fikret, Ahmet Haşim ve Namık Kemal’in anılması Sokrates, Platon,  Sofokles, Euripides gibi antik Yunan filozoflarından söz edilmesi romanın kültür yönünü, Cumhuriyet devrimleri ve toplumun geleceği üzerinde titizlikle durulması yazarın duyarlılığını öne çıkartıyor. Biraz magazin sosu kokan Komiser Hamdi fantezileri, Sevim ve Semra’nın özentili ve ahlak dışı yaşayışları, Pertev ile Ziver’in bitirim ve düşkün halleri, Mühendis Ragıp’ın açıklayamadığı aşkı yüzünden işini gücünü bırakması, müteahhit Sırrı Bey’in batışı, Demokrat Parti’nin seçimleri kazanması romanın eylem yönünü zenginleştiriyor  ve kolay okunmasını sağlıyor.
Yazar birinci ciltte Ahmet Mithat Efendi romancılığından kurtulamıyor. Bu ciltte anlatımı daha çok tanım cümlesi ağırlıklı iken ikinci ciltte eylem cümleleriyle akıcı bir anlatıma ulaşıyor. Ve şaşırtıcı son: birbirlerine sitemde bulunan iki dost Osman Fuat ile Ahmet Nazmi, kendilerinden kaçarlarken birden bire Demokrat Parti hükümetinden güç alan irtica ayinin içine düşüyorlar ve linç ediliyorlar. Yazarın bu linç edilerek öldürülme motifini irtica tehlikesinin büyüklüğünü göstermek, seçim sonuçlarının CHP çevrelerinde ne denli ümitsizlik uyandırdığını vurgulamak için işlediğini düşünüyorum. Romanın anlatımında gördüğüm iki noksan nokta:1-Yer ve mekan tasvirleri göz doldurucu düzeyde değil. 2.Düşüncelerin karşılaştırılması zıtlıkların çarpışmasıyla değil birbirine yakın düşüncelerin ayrıştırılması biçiminde sunulmuş. (Birbirlerine mektup yazan Ahmet Nazmi ve Cahid Halid karşıt düşünceleri taşıyan iki dost olsalardı yazdıkları daha da merak uyandırabilirdi.)


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder