3 Aralık 2016 Cumartesi

PALOMİNO MOLERO’YU KİM ÖLDÜRDÜ? / Mario Vargas LLOSA

PALOMİNO MOLERO’YU KİM ÖLDÜRDÜ?

Hava Kuvvetlerine yeni katılan sanatçı (gitarist) bir genç feci biçimde öldürülmüş, her yeri  bıçakla lime lime edilmiş, cinsel organlarına kadar işkence edilmiş ve arkasına kazık sokulmuş, cesedi bir ağaca asılmış. Böyle bir cesedin polis şefi yardımcısı Lituma tarafından bulunmasıyla başlıyor roman ve polis şefi Teğmen Silva, kendine özgü sorgu yöntemleriyle cinayeti çözmeye, katili bulmaya çalışıyor. 167 sayfalık roman bir küfür sözü ile başlıyor aynı küfür sözü ile bitiyor. Llosa, eserine küfürden çerçeve yapmış. Konuyu kavrayışı, kusursuz olay örgüsü ve izleği, ironi ve gerçeküstü çağrışımlarla doldurulmuş anlatımındaki ustalığıyla  yazar,küfür sözlerini geriye itiyor, “bu kadar namussuzluğu küfürsüz nasıl anlatırsın?” sorusuna hak verdirecek bir görüntü veriyor. Küfürlü anlatım, romandaki temalardan belki de en öne çıkanı olan otoriteye isyanın, kötü yönetime bayrak açmanın, militarist baskıcılık karşısında başka bir şey yapamamanın yansıması olarak da bir çaresizlik tekniği, bir başkaldırı yolu olarak değerlendirilebilir.
 Bir aşk ve kıskançlık cinayeti bu ama adi bir aşk, aile içi ilişki var işin içinde, hem de üst düzey bir komutan çıkıyor karşımıza katil olarak. Olayın aslı şu: Askeri üsse yakın bir varoşta, Talara’da  yaşayan bir melez olan Polamino adlı genç,  askerlikten muaf olduğu halde, sevdiği kıza (üssün komutanı Albay Mindreau’nun kızı Alicia) yakın olmak için hava askeri olmak istemiş. Albay durumu anlamış, genci işkence ederek öldürtmüş, bir başka asker, geceleri gazinolarda ona buna sarkıntılık eden, rezaletler çıkartan Teğmen Dufo’ya da olayı saptırmak için kıskanç aşık rolünü yüklemiş. Jandarma’ya gelen isimsiz ihbarlar ve diğer sorgulamalar sonucu Albay da çevresinin daraldığını anlıyor ve kızını öldürüp intihar ediyor. Askerlere ve yukarıdakilere dokunulamaz teması işlenen romanın sonunda cinayeti çözen Teğmen Silva ve yardımcısı Lituma’nın görev yerleri değiştiriliyor, sürgün ediliyorlar.
Asıl olayın gerisinde, yoksul Peru manzaraları, devletten ve yöneticilerden korkan ama geçinebilmek, hayatta kalabilmek için korktuklarına karşı yasal olmayan işler çeviren gariban halk kesimi(bar ve genelevlerin mafyadan ve jandarmadan, askerden korkan sahipleri), zenci-beyaz, melez sorunu, kilise – halk ilişkileri, (halkın en temel eğlencesi olarak yaygınlaşmaya başlayan sinemanın ilk dönemlerinde, kilise duvarının sinema perdesi olarak kullanılması nedeniyle oynanacak filmlerin papazın iznine bağlanması vs.), bir başka eğlencesi ise kadınların, gözden uzak plajlara gitmesi, röntgencilik…  bir taşıtı bile olmayan jandarma karakolları (olayı soruşturmak için başka bir kasabaya tavuk kamyonlarına otostop yaparak giden polis şefleri) başarılı bir biçimde canlandırılmış.
Olayları bize anlatan 3. kişi (yazar) ama öyle anlatıyor ki yardımcı Lituma, anlatıyor sanıyorsunuz. Lituma’nın gözünden, fakat Tanrısal anlatıcı yöntemiyle. Lituma, meraklı, esprili ve saf oluşuyla Don Kişot’un yardımcısı  Sancho Panza’yı çağrıştırıyor. Lituma fazla konuşmuyor, düşünüyor.
Genel ev işleten kadının, Liau’nun Çinli olması, gayrimeşru işlerin küçük yerlerde ancak yabancılar tarafından daha kolay yapılacağını anlatıyor.
Olaya bir de Teğmen Silva’nın fantezileri eklenmiş, anası yaşındaki evli ve şişman Adriana, kendisine askıntı olan Teğmen’e öyle bir ders vermiş ki adamı insan içine çıkamaz hale sokmuş.  Teğmen’in şişman kadın-tombul kadın karşılaştırması da ilginç bir fantezi.
İrfan Seval de ilginç biçimde adaletin simgesi teraziyi elinde tutan kadın figürüne benzetti Adriana’yı.
Son olarak roman hakkında internette gördüğüm bir değerlendirme yazısından katıldığım bir görüşü alıntılıyorum:
“Palomino Molore'yu Kim Öldürdü, soluk soluğa okunacak bir polisiye değil. Yazarın derdi okuyucuyu şaşırtacak bir cinayet romanı kurgulamaktan ziyade, bir askerin öldürülmesi üzerinden Peru'daki asker-sivil-polis ilişkilerini, kurumların birbirleri üzerinde kurdukları tahakkümü, sınıf ayrımını, hatta bu ayrım ile örtüşen ırkçılığı didiklemek, cinayet romanının satır aralarında ülkede yaşanan eşitsizliklere dair kelam etmek. Üstelik kitapta bahsedilen kodamanların dokunulmazlığı, gerçek suçluların cezasız kalması durumu kendi coğrafyamıza da pek uzak değil. Yazarın anlatımı son derece akıcı. Okurken hiç sıkılmadım. Tek derdim kadın karakterler oldu. Kitaptaki iki kadın karakterin, ana erkek karakterlere göre zayıf yazıldığını düşünüyorum. Evet Dona Adriana, derdinden kurtulmanın bir yolunu buluyor ama bulduğu yol beni biraz rahatsız etti. Tacizci bir erkekten kurtulmanın yolu onun ''erkekliğini'' küçük düşürmek mi? Kendinde her hakkı gören bir erkeği erkeklik üzerinden aşağılamak, ama o kendine hak gören ''erkekliği'' sorgulamamak kısmından pek hoşlanmadım. Yüzbaşının kızı da biraz baştan savma bir karakterdi. Dona Adriana kadar bile derinliği yoktu.

Uzun lafın kısası, Palomino Molero'yu Kim Öldürdü, Mario Vargas Llosa'nın uzun romanlarına el sürmeye cesaret edemeyen ama onunla tanışmak isteyenlere ideal bir başlangıç noktası.”
Aşağıdaki cümleler romandan seçilmiştir.
"Sanki ölüm ömrümce çekebileceğim bir iç acısı değil gibi"
"Çok doğru gibi görünen doğrulara dört ayrı açıdan bakarsan, yakından bakarsan yarı doğru ya da yanlış görünmeye başlarlar"
"Öyle akıl almaz bir  durumdaydı ki bir cesetten çok bir korkuluğa, kırık dökük bir kuklaya benziyordu"
"En gerçek görünen gerçekler, onlara tüm açılardan ve en yakından baktıktan sonra yalanlara ya da yarım gerçeklere dönüşür."

YAZARI TANIYALIM:


Mario Vargas (Varhas okunur) Llosa (Yosa okunur)
2010 Nobel Edebiyat ödülünü kazanan Perulu yazar. 1995 Cervantes Ödülü’nü de kazanmış. Daha birçok ödül kazanmış. Neoliberal görüşleriyle biliniyor. Büyülü gerçekçiliğin simge ismi Gabriel Garsia Marquez’in takipçisi. Mario Vargas Llosa ve Gabriel Garcia Marquez bir dönem çok yakın iki dostken ve Llosa Marquez'in eserlerini öven yazılar kaleme alırken ve hatta oğlunun vaftiz babası olması için Marquez'e teklif götürürken, bir anda arkadaşlıkları bozulur. Nedeni ise bir hayli ilginç: Llosa ve karısının araları açıktır ve bir gün Vargas Llosa, karısını teselli ettiğini gördüğü Marquez'e bir sinema salonunda sağlamından bir yumruk atar ve Marquez'in gözünü mosmor bırakır.
Lima'daki askeri bir okuldan mezun oldu. Lima San Marcos Üniversitesi'nde edebiyat eğitimi gördü. İspanya'da Madrid Üniversitesi'nde doktora yaptı.

Yayınlanan ilk eseri 1952'de basılan İnkanın Kaçışı adlı oyundu. Ardından çeşitli dergilerde öyküleri yayınlandı. Gazetecilik ve televizyonculuk yaptı. Cuadernos de Composiction ile Literatura dergilerinin yayın kadrosunda yer aldı. 1959-1966 arasında Paris'te yaşadı. İlk romanı Kent ve Köpekler 1963'de yayınlandığında büyük ilgi gördü. Birçok dile çevrildi.

3 yıl Londra'da yaşadı. 1969'da ABD'de Washington Üniversitesi'nde ders verdi. 1970'te Barselona'ya yerleşti. 1974'te Lima'ya döndü.

1990'da Demokratik Cephe'nin adayı olarak katıldığı Peru başkanlık seçimlerinde başarılı olamadı. Latin Amerikalı yazarların en tanınmış ustalarındandır.

"Kişisel direniş, başkaldırı ve yenilginin keskin resmini ve güç yapılarının şemasını çizdiği için" Nobel'e layık görülmüştür.



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder