PALOMİNO
MOLERO’YU KİM ÖLDÜRDÜ?
Hava Kuvvetlerine yeni katılan sanatçı (gitarist)
bir genç feci biçimde öldürülmüş, her yeri
bıçakla lime lime edilmiş, cinsel organlarına kadar işkence edilmiş ve
arkasına kazık sokulmuş, cesedi bir ağaca asılmış. Böyle bir cesedin polis şefi
yardımcısı Lituma tarafından bulunmasıyla başlıyor roman ve polis şefi Teğmen
Silva, kendine özgü sorgu yöntemleriyle cinayeti çözmeye, katili bulmaya
çalışıyor. 167 sayfalık roman bir küfür sözü ile başlıyor aynı küfür sözü ile
bitiyor. Llosa, eserine küfürden çerçeve yapmış. Konuyu kavrayışı, kusursuz
olay örgüsü ve izleği, ironi ve gerçeküstü çağrışımlarla doldurulmuş
anlatımındaki ustalığıyla yazar,küfür
sözlerini geriye itiyor, “bu kadar namussuzluğu küfürsüz nasıl anlatırsın?”
sorusuna hak verdirecek bir görüntü veriyor. Küfürlü anlatım, romandaki
temalardan belki de en öne çıkanı olan otoriteye isyanın, kötü yönetime bayrak
açmanın, militarist baskıcılık karşısında başka bir şey yapamamanın yansıması
olarak da bir çaresizlik tekniği, bir başkaldırı yolu olarak
değerlendirilebilir.
Bir aşk ve
kıskançlık cinayeti bu ama adi bir aşk, aile içi ilişki var işin içinde, hem de
üst düzey bir komutan çıkıyor karşımıza katil olarak. Olayın aslı şu: Askeri
üsse yakın bir varoşta, Talara’da
yaşayan bir melez olan Polamino adlı genç, askerlikten muaf olduğu halde, sevdiği kıza (üssün
komutanı Albay Mindreau’nun kızı Alicia) yakın olmak için hava askeri olmak
istemiş. Albay durumu anlamış, genci işkence ederek öldürtmüş, bir başka asker,
geceleri gazinolarda ona buna sarkıntılık eden, rezaletler çıkartan Teğmen
Dufo’ya da olayı saptırmak için kıskanç aşık rolünü yüklemiş. Jandarma’ya gelen
isimsiz ihbarlar ve diğer sorgulamalar sonucu Albay da çevresinin daraldığını
anlıyor ve kızını öldürüp intihar ediyor. Askerlere ve yukarıdakilere
dokunulamaz teması işlenen romanın sonunda cinayeti çözen Teğmen Silva ve
yardımcısı Lituma’nın görev yerleri değiştiriliyor, sürgün ediliyorlar.
Asıl olayın gerisinde, yoksul Peru manzaraları,
devletten ve yöneticilerden korkan ama geçinebilmek, hayatta kalabilmek için
korktuklarına karşı yasal olmayan işler çeviren gariban halk kesimi(bar ve
genelevlerin mafyadan ve jandarmadan, askerden korkan sahipleri), zenci-beyaz,
melez sorunu, kilise – halk ilişkileri, (halkın en temel eğlencesi olarak
yaygınlaşmaya başlayan sinemanın ilk dönemlerinde, kilise duvarının sinema
perdesi olarak kullanılması nedeniyle oynanacak filmlerin papazın iznine
bağlanması vs.), bir başka eğlencesi ise kadınların, gözden uzak plajlara
gitmesi, röntgencilik… bir taşıtı bile
olmayan jandarma karakolları (olayı soruşturmak için başka bir kasabaya tavuk
kamyonlarına otostop yaparak giden polis şefleri) başarılı bir biçimde
canlandırılmış.
Olayları bize anlatan 3. kişi (yazar) ama öyle
anlatıyor ki yardımcı Lituma, anlatıyor sanıyorsunuz. Lituma’nın gözünden,
fakat Tanrısal anlatıcı yöntemiyle. Lituma, meraklı, esprili ve saf oluşuyla
Don Kişot’un yardımcısı Sancho Panza’yı
çağrıştırıyor. Lituma fazla konuşmuyor, düşünüyor.
Genel ev işleten kadının, Liau’nun Çinli olması,
gayrimeşru işlerin küçük yerlerde ancak yabancılar tarafından daha kolay
yapılacağını anlatıyor.
Olaya bir de Teğmen Silva’nın fantezileri eklenmiş,
anası yaşındaki evli ve şişman Adriana, kendisine askıntı olan Teğmen’e öyle
bir ders vermiş ki adamı insan içine çıkamaz hale sokmuş. Teğmen’in şişman kadın-tombul kadın
karşılaştırması da ilginç bir fantezi.
İrfan Seval de ilginç biçimde adaletin simgesi
teraziyi elinde tutan kadın figürüne benzetti Adriana’yı.
Son olarak roman hakkında internette gördüğüm bir
değerlendirme yazısından katıldığım bir görüşü alıntılıyorum:
“Palomino Molore'yu
Kim Öldürdü, soluk soluğa okunacak bir polisiye değil. Yazarın derdi
okuyucuyu şaşırtacak bir cinayet romanı kurgulamaktan ziyade, bir askerin
öldürülmesi üzerinden Peru'daki asker-sivil-polis ilişkilerini, kurumların
birbirleri üzerinde kurdukları tahakkümü, sınıf ayrımını, hatta bu ayrım ile
örtüşen ırkçılığı didiklemek, cinayet romanının satır aralarında ülkede yaşanan
eşitsizliklere dair kelam etmek. Üstelik kitapta bahsedilen kodamanların
dokunulmazlığı, gerçek suçluların cezasız kalması durumu kendi coğrafyamıza da
pek uzak değil. Yazarın anlatımı son derece akıcı. Okurken hiç sıkılmadım. Tek
derdim kadın karakterler oldu. Kitaptaki iki kadın karakterin, ana erkek
karakterlere göre zayıf yazıldığını düşünüyorum. Evet Dona Adriana, derdinden
kurtulmanın bir yolunu buluyor ama bulduğu yol beni biraz rahatsız etti.
Tacizci bir erkekten kurtulmanın yolu onun ''erkekliğini'' küçük düşürmek mi?
Kendinde her hakkı gören bir erkeği erkeklik üzerinden aşağılamak, ama o
kendine hak gören ''erkekliği'' sorgulamamak kısmından pek hoşlanmadım.
Yüzbaşının kızı da biraz baştan savma bir karakterdi. Dona Adriana kadar bile
derinliği yoktu.
Uzun lafın kısası, Palomino Molero'yu Kim Öldürdü, Mario Vargas Llosa'nın uzun romanlarına el sürmeye cesaret edemeyen ama onunla tanışmak isteyenlere ideal bir başlangıç noktası.”
Uzun lafın kısası, Palomino Molero'yu Kim Öldürdü, Mario Vargas Llosa'nın uzun romanlarına el sürmeye cesaret edemeyen ama onunla tanışmak isteyenlere ideal bir başlangıç noktası.”
Aşağıdaki cümleler
romandan seçilmiştir.
"Sanki
ölüm ömrümce çekebileceğim bir iç acısı değil gibi"
"Çok
doğru gibi görünen doğrulara dört ayrı açıdan bakarsan, yakından bakarsan yarı
doğru ya da yanlış görünmeye başlarlar"
"Öyle
akıl almaz bir durumdaydı ki bir cesetten çok bir korkuluğa, kırık dökük
bir kuklaya benziyordu"
"En gerçek görünen gerçekler,
onlara tüm açılardan ve en yakından baktıktan
sonra yalanlara ya da yarım gerçeklere dönüşür."
YAZARI TANIYALIM:
Mario Vargas (Varhas
okunur) Llosa (Yosa okunur)
2010 Nobel Edebiyat ödülünü
kazanan Perulu yazar. 1995 Cervantes Ödülü’nü de kazanmış. Daha birçok ödül
kazanmış. Neoliberal görüşleriyle biliniyor. Büyülü gerçekçiliğin simge ismi
Gabriel Garsia Marquez’in takipçisi. Mario Vargas Llosa ve Gabriel Garcia
Marquez bir dönem çok yakın iki dostken ve Llosa Marquez'in eserlerini öven
yazılar kaleme alırken ve hatta oğlunun vaftiz babası olması için Marquez'e
teklif götürürken, bir anda arkadaşlıkları bozulur. Nedeni ise bir hayli
ilginç: Llosa ve karısının araları açıktır ve bir gün Vargas Llosa, karısını teselli
ettiğini gördüğü Marquez'e bir sinema salonunda sağlamından bir yumruk atar ve
Marquez'in gözünü mosmor bırakır.
Lima'daki askeri bir okuldan mezun oldu. Lima San Marcos Üniversitesi'nde
edebiyat eğitimi gördü. İspanya'da Madrid Üniversitesi'nde doktora yaptı.
Yayınlanan ilk eseri 1952'de basılan İnkanın Kaçışı adlı oyundu. Ardından çeşitli dergilerde öyküleri yayınlandı. Gazetecilik ve televizyonculuk yaptı. Cuadernos de Composiction ile Literatura dergilerinin yayın kadrosunda yer aldı. 1959-1966 arasında Paris'te yaşadı. İlk romanı Kent ve Köpekler 1963'de yayınlandığında büyük ilgi gördü. Birçok dile çevrildi.
3 yıl Londra'da yaşadı. 1969'da ABD'de Washington Üniversitesi'nde ders verdi. 1970'te Barselona'ya yerleşti. 1974'te Lima'ya döndü.
1990'da Demokratik Cephe'nin adayı olarak katıldığı Peru başkanlık seçimlerinde başarılı olamadı. Latin Amerikalı yazarların en tanınmış ustalarındandır.
"Kişisel direniş, başkaldırı ve yenilginin keskin resmini ve güç yapılarının şemasını çizdiği için" Nobel'e layık görülmüştür.
Yayınlanan ilk eseri 1952'de basılan İnkanın Kaçışı adlı oyundu. Ardından çeşitli dergilerde öyküleri yayınlandı. Gazetecilik ve televizyonculuk yaptı. Cuadernos de Composiction ile Literatura dergilerinin yayın kadrosunda yer aldı. 1959-1966 arasında Paris'te yaşadı. İlk romanı Kent ve Köpekler 1963'de yayınlandığında büyük ilgi gördü. Birçok dile çevrildi.
3 yıl Londra'da yaşadı. 1969'da ABD'de Washington Üniversitesi'nde ders verdi. 1970'te Barselona'ya yerleşti. 1974'te Lima'ya döndü.
1990'da Demokratik Cephe'nin adayı olarak katıldığı Peru başkanlık seçimlerinde başarılı olamadı. Latin Amerikalı yazarların en tanınmış ustalarındandır.
"Kişisel direniş, başkaldırı ve yenilginin keskin resmini ve güç yapılarının şemasını çizdiği için" Nobel'e layık görülmüştür.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder