3 Aralık 2016 Cumartesi

ÖLÜM BİR VARMIŞ BİR YOKMUŞ / SARAMAGO

ÖLÜM BİR VARMIŞ BİR YOKMUŞ / SARAMAGO

1998 Nobel Edebiyat Ödülü sahibi Portekizli yazar Jose Saramago’nun romanı Ölüm Bir Varmış Bir Yokmuş “Ertesi gün hiç kimse ölmedi.” cümlesiyle başlıyor, aynı cümleyle bitiyor. Böylece yazar, anlatacağı konuyu parantez içine yahut tırnak içine almışçasına ölümün olmadığı bir ülke fantezisi kurduğunu anlatmaya çalışıyor. Bu bir fantezidir, , kurmacadır, düşüncedir, hayaldir; hayat bu anlattıklarımın dışındadır demek istiyor. Başka şekilde ölümün hepimiz için hem bir başlangıç hem de bir bitiş anlamına geldiğini anlatmak istemiş olabilir. Eski Yunan Mitolojisinde geçen Sisyfos efsanesinde de ölümün saçmalığı ve ölümün olmadığı kaos işlenmiştir.
Albert Camus, Sisyphus efsanesini şöyle yorumlar: "İnsan, anlamsızlığına ve tüm baskılarına karşın yaşamı yenmek zorundadır." Sisyphus, tanrılar tarafından lanetlenip cezaya çarptırılmış ilk insanoğludur mitolojide. Kahraman bilinçlidir. Her şeyin tükenmediğini, tüketilmediğini öğretir. “Alnına ne yazıldı ise o” saçmalığı kahramanın yolculuğu için geçerli değildir. Sisyphus’un sessiz sevinci buradadır: Kaderinin ana hatları çizilmiş olsa bile iradenin gücü seçim özgürlüğü yani yolu kendisinindir. Kayası ise kendi nesnesidir. Kaya yuvarlanır durur. Kişi yükünü eninde sonunda bulur. Kaybedenlerin vazgeçilmez sözüdür “Neden Ben?” Kahraman ise kimseye taşıyamayacağı yükün verilmediğini gayet iyi bilir. “Sisyphus gibi tepelere doğru, güçlüklere tek başına, onuru ile didinmek de bir insan yüreğini doldurmaya yeter.” denildiği gibi: “Yükünü her zaman bulur insan.” Aldous Huxley ise şöyle ekler: "Belki de bu dünya başka bir dünyanın cehennemidir."
Hiçbir şeye ihtiyacı olmayan adam, yenilmezdir.
Sisyphos'un ölüm tanrısı Thanatos'u haincesine kandırıp zincirlemesi... ölüm tanrısı Thanatos esir düştüğünde hiç kimse ölmüyor ve gösterişli ölüm törenleri yapılmıyordu. 
 Şu değerlendirmeye katılıyorum: “Saramago "Ölüm Bir Varmış Bir Yokmuş"ta ölüm ve ölümsüzlük karşısında insanın şaşkınlığını, çelişkili tepkilerini ve ahlaki çöküşünü, edebi, toplumsal ve felsefi anlamda derinlikli bir biçimde işliyor... Adı bilinmeyen bir ülkede, dünya kuruldu kurulalı görülmemiş bir olay gerçekleşir: Ölüm, o güne kadar yerine getirdiği görevinden vazgeçer ve hiç kimse ölmez. Bir anda ülkeye dalga dalga yayılan sevinç çok geçmeden yerini hayal kırıklığı ve kaosa bırakır. İnsanların ölmemesi zamanın durduğu anlamına gelmemektedir, ezeli bir yaşlılıktır artık onları bekleyen. Hükümetten kiliseye, sağlık kurumlarından ailelere, şirketlerden mafyaya kadar herkes ölümün ortadan kalkmasının getirdiği sonuçlarla mücadele etmek zorundadır.”
Bölümlerin başına numara konmamış, sayfa atlanarak sonraki bölüme geçilmiş. Kitabın kolay okunması için iyi bir yöntem. “Ölüm” sözcüğü kitapta üç ayrı anlamda kullanılmış. 1. Ölmek eylemi, 2. Ölüm anı, Ecel 3. Ölüm Meleği,(Azrail) yahut Tanrı.
Romanın yarısına değin ölüm, birinci anlamında kullanılıyor. Bu bölümlerde romanda kişi yok sadece olay var: Ölüm olayı, ölüm olayının olmamasının sonuçları. Toplumsal kurumların ölümün olmadığı bir Dünya’da aldığı biçim ve tavırlar. Yazar ölmek denen eylemin anlamsızlığı, saçmalığı, zalimliği üzerine ironik bir çeşitleme yapıyor. Bu nasıl roman dedirtiyor. Neredeyse okumayı bırakacaktım o kadar daraldım. Anti roman mıdır acaba? Diye düşündüğüm de oldu. Biraz sabırla “Eflatun Mektuplar” (Eflatun renginin seçimiyle Platon’a gönderme olduğunu düşünüyorum)  gönderilmeye başlayınca ÖLÜM hazretleri, kitaba da can gelmeye, okuduğum metin roman olmaya başladı. Hiç kimsenin ölmediği yedi ay boyunca devlet, belediye, adliye, kilise, tıkanıyor çaresiz kalıyor, mafia devreye giriyor; canlı cenazeleri sınırdan geçirip ölmelerini sağlıyor. Ama bu böyle sürüp gidemeyecek –yazar yeter bu kadar hayal – diyor. Ölüm yeniden sahneye çıkıyor. Önceden eflatun zarflarda mektuplar gönderiliyor. Ama bir mektup sahibini bulmuyor, geri geliyor. Bu sefer ölüm iradesi, (Yazar, herhalde ateist olduğu için Tanrı sözcüğünü kullanmıyor.) bu kişiyi merak ediyor. Bu bir müzisyen, viyolonselist. Nihayet roman kişileri, kahramanlar ortaya çıkıyor, okuyucu da merak uyanıyor. Metin, roman oluyor. Ölüm, kadın oluyor, yazar bunu Portekizce’de ölüm sözcüğünün dişil bir sözcük olmasından yola çıkarak ölümü güzel bir kadın şeklinde viyolonselistin peşine takıyor. Ama, viyolonselist onu beceriyor. Ölümün hakkından gelen kahraman olarak müzisyen tipinin seçimi de sanatın ölümsüzlüğünü vurguluyor. Roman, çok kaba bir motifle bitiyor. Din ile inançlarla, Tanrı ile alay sezinledim. Bu benim kişisel görüşüm. Gerçekçilikten ve dolayışıyla inandırıcılıktan uzak, sürrealist bir roman Ölüm Bir Varmış Bir Yokmuş.
Çeviriyi başarılı buldum. Yazarın birikimini, anlatmak istediğini aktarmış. Noktalama işaretlerinin, paragraf düzeninin kullanılmaması roman yazılış amacına uygun. Yazar, ölümün saçmalığına karşı koymak için biçimde düzensizliği kullanıyor.
Romandan seçilen cümleler:
"...eller açık kitaplardır ve kitap olmaları, gerçekte var olsa da olmasa da el falına, yaşam ile kalp çizgilerine bağlı değildir...
eller açılıp kapandıklarında, okşandıklarında ya da vurduklarında, gözyaşlarını sildiklerinde ya da bir gülümseyişi gizlediklerinde, bir omza konduklarında ya da veda ettiklerinde, çalıştıklarında ya da uyandıklarında konuşurlar."
“İnsan olmanın ne demek olduğunu her geçen gün daha az bileceğiz.” (Kehanetler Kitabı)
“Hayat böyleydi işte, kaşıkla verir verir sonra bir gün kepçeyle verdiklerinin tümünü geri alırdı.”
“…yaşam, enstrümanları akortlu da olsa akortsuz da olsa, devamlı çalan bir orkestradır.”
''ihtiyat yalnızca kaçınılmaz olanı ertelemeye yarar ve insanoğlu er ya da geç teslim olur ümitlerin kaderi biri yok olduğunda diğerinin ortaya çıkmasıdır işte bu yüzden bunca hayal kırıklığına rağmen dünyadan silinip gitmemişlerdir.''


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder