ORHAN PAMUK’UN SON ROMANI KAFAMDA BİR TUHAFLIK : “BU BİZİM
HAYATIMIZ”
Nobel ödüllü yazarımız Orhan Pamuk son romanı Kafamda Bir
Tuhaflık’ta yaptığı buluşla, yazı işiyle uğraşanları yine kıskandırdı, heveslilerini
adeta “bunu ben niye düşünemedim?” dedirtti. Nedir bu buluş? Tarım toplumundan
sanayi toplumuna geçiş sürecinde düzensiz bir biçimde büyüyen ve değişen
İstanbul’a, İstanbul üzerinden Anadolu’ya bir bozacının gözünden, bir seyyar satıcının üzerinden bakmak. Bozacının işini sokakları gezerek
yapması, işinin yanı sıra insanları ve eşyaları, binaları, sokakları gözlüyor
olması daha işin başında olaya, konuya doğallık, tutarlılık, gerçeklik,
canlılık ve orijinallik katıyor. Aynı kişi (bozacı) gezerek yapılan başka
satıcılık işlerini de yapıyor: Yoğurt satıyor, dondurma satıyor, pilav satıyor.
Bunların dışında durağan olarak yaptığı garsonluk ve büfe işletmeciği işleri
geçici ve başarısız işler olarak göze çarpıyor. Elektrik ücreti tahsilatçılığı
işinin ise ayağı yere basan bir iş olup olmadığı su götürür. Bütün bu işler
içinde kahramanımız Mevlut’un sürekli uğraştığı işi: bozacılık. Bu iş üzerinde,
bu işin seçimi üzerinde durmak lazım: Boza bir şehirli içeceği, şehir
kültürünün ürünü, dolayısıyla boza işi ve bozacılığın kendine özgü bir ağırlığı,
saygınlığı ve kültürü var. Şehri tanımak için iyi bir seçim. Boza
imalatçılarının ve satıcılarının köyden kente göçen köylüler olduklarını ve bozanın onlar tarafından yapıldığını bilmezdim.
Fatih, Karagümrük, Eyüp gibi kökleşmiş eski semtlerde yapıldığını ve
satıldığını düşünürdüm ama yazarın, bozanın ve bozacılığın tarihçesine ilişkin
verdiği bilgiler bana doyurucu ve inandırıcı geldi. (s.34.)
Romanın başına ve sonuna yazar, kahramanların soy kütüklerini, karakter dizini ve kronoloji koymuş, bunu niçin yapmış? Her halde romanı okuyup da tartışacak grup üyelerine kolaylık olsun diye…
Romanın başına ve sonuna yazar, kahramanların soy kütüklerini, karakter dizini ve kronoloji koymuş, bunu niçin yapmış? Her halde romanı okuyup da tartışacak grup üyelerine kolaylık olsun diye…
Konu: Kafamda Bir Tuhaflık’ta bence ana konu İstanbul’un
çıplak gözle görünen değişimi. Yazar bunu şehircilik ve mimarlık çerçevesinde
gösteriyor: yeni açılan yollar, gecekonduların kentsel dönüşümle yerlerini
yüksek apartmanlara bırakması… Değişim sadece İstanbul’la mı sınırlı evet
köylerde İstanbul’u büyütenlerin geldikleri köylerde öyle göze çarpan bir
değişim yok, romanda yok.
İkinci konu: İstanbul’un
gecekondularına yerleşen köylülerin iş evlenmeye geldiğinde (İstanbul’da
2.nesil böyle başlıyor.)hâlâ köylerinden kız kaçırmaları. Burada Süleyman’ın
pavyondan bir şarkıcıyla evlenmesi pek gerçekçi ve inandırıcı değil, öyle
köyden ineceksin şehre pavyondan bir artistle evleneceksin yuva kuracaksın
kolay iş değil, mafya olsan bir dereceye kadar ama sen bakkal Mehmet efendinin
oğlu Süleyman, sana yedireceklerini sanmıyorum. Yazar, arka kapakta eseri için aşk
romanı demiş ama bozacının aşkı bu kadar olur dedirtiyor adamın aşk
mektuplarını bile başkası yazıyor, mektupların yazıldığı kişi bir başkası. Bunlar
güzel ve tipik Orhan Pamuk oyunları, romana kendine özgü bir tat veriyor.
3.Konu: Değişim sürecindeki İstanbul’da kahramanlarımızın
yaşadıkları 1969-2010 yılları arasındaki siyasi olaylar, siyasi fikirler, ideolojik,
dini ve etnik sürtüşmeler gazete koleksiyonlarından aktarılırcasına ele alınmış
: sağ-sol kavgaları, dinci-laik sürtüşmeleri, alevi-sünni, Türk-Kürt hatta
Türk-Rum karşıtlıkları… Bunlar, “a evet” tam da böyleydi demeye yakın ve yatkın
bir biçimde anlatılmış ancak bir motife itirazım var neredeyse erkek
kahramanlarımızın tamamı içki müptelası, burada ayar biraz kaçmış gibi geldi
bana. Ya da yazar şöyle demiş olabilir mi: ideolojisi, inancı ne olursa olsun
alkol hepimizin damarlarımızdaki kana karışmıştır. Bir de Mevlut’un
Çarşamba’daki tesadüfen boza satarken karşılaştığı şeyhe tam bağlanmayışı
havada kalmış gibi geldi bana, bu dünyada zaten bahtsız yaşayan bir gariban
öyle bir şeyh bulup da ona daha çok daha sıkı bağlanmaz mıydı, eteğine yapışmaz
mıydı? Kahramanımız biraz istismarcı sanki bu şeyhle ilişkisinde.
Diğer Konular: Kitabın sonundaki kronolojide sayılan bir çok
konu diğer konular arasında sayılabilir. 1971 ve 1980 siyasi darbeleri,
boğazdaki koyun sürüleri, özelleşme, kürtaj yasağındaki değişiklikler, öğrenci
olayları, 2001 İkiz Kule Saldırısı, Pekin öğrenci olayları, Sovyetlerin
yıkılışı, irili ufaklı dış olaylar…
Zeki Müren’in ölümü ve Boğaz yangınları neden es geçilmiş, anlayamadım.
Zeki Müren’in ölümü ve Boğaz yangınları neden es geçilmiş, anlayamadım.
Kişiler ve Karakterler: Boza satıcısı Mevlut öne çıkarılmasına
karşılık bu romanın bir karakter romanı olduğunu düşünmüyorum, bu bir şehir
romanı, sosyal değişim romanı. Romanda çok kişi ele alınmış Mevlut da dahil
olmak üzere bu kişileri biz unutacağız çünkü onların hiçbiri kalın çizgilerle
işlenmemiş. Karakterden çok tip olarak aklımızda kalacaklar: Alevi Kürt Ferhat,
Mafyavari yöntemlerle yer tutan Hacı Hamit, birinci kuşak iç göçmenler Boynueğri
Abdurrahman ve Mevlut’un babası Mustafa Karataş ve Hasan Aktaş kardeşler, Gecekondu
delikanlıları, gelinleri, kızları ve diğerleri bir zümreyi temsil etmeleriyle
romanda yer alıyorlar. Bunlar, kişilikleriyle, iç dünyalarıyla işlenmiyor, romanın konusuna ve olayların geçtiği mekanlara bağlılıklarıyla görünüyorlar, onun için de onlar adlarıyla değil, ilişkili oldukları olaylar ve yerler
kalacak okuyucunun aklında.
Kahramanların gerçeklikle ilişkisine gelince, denebilir ki romanda belirtilen kronolojik zamanda
yaşayan her İstanbullu ucundan kenarından kendini romanın kişilerinden biriyle
özdeşleştirebilir, yahu bu bizim hayatımız diyebilir.
Yer, Çevre, Mekan: Kafamda Bir Tuhaflık bir mekan romanı,
çevre romanı, şehir romanı, İstanbul romanı. Gültepe, Kuştepe, hayali olduğu
belli olan Kültepe gibi semtlerin dımdızlak halleriyle bazı uyanık kabadayılar
tarafından nasıl işgal edilip kente gelen gariban köylülere nasıl
pazarlandığını, buralara alelacele ve plansız bir şekilde derme çatma evler
yapıldığını, belediyelerin ve hükümetlerin bu gecekondu semtlerine sonradan
yol, su, elektrik, otobüs götürmek zorunda kaldığını çok çarpıcı bir biçimde
anlatıyor yazar. İstanbul’un kuş uçmaz kervan geçmez tepelerine Anadolu’dan
gelenlerin doluşmasıyla şehrin merkezinin de yeni yollara, yeni ulaşım
ünitelerine ve araçlarına ihtiyaç duyulduğunu Tarlabaşı’nda yolların
genişletilmesi örneğinde olduğu gibi gözler önüne seriyor. İstanbul ne kadar büyürse büyüsün merkezinin
değişmediğini Beyoğlu’nun eğlence merkezi olarak Fatih’in de inanç ve kültür
merkezi olarak ezelden geldiklerini gelecek yüzyıllara da böyle merkezler
olmalarını sürdürecekleri inancını veriyor.
Dil ve Anlatım, Üslup, Biçem: Roman, her biri belirtilen
tarihleri kapsayan zamanları anlatan 7 kısım ve her birinin ayrı ayrı iki
başlığı bulunan 57 bölümden oluşuyor. Bir de Pamuk, kısım başlarına Eski
kitaplarından, eski kitaplardan, halk deyişlerinden, Rousseau’dan, Şinasi’den,
Lermontov’dan, Stendhal’den , İbn –i Zerhani’den, Baudelaire’den ve birkaç kişiden
daha alıntılar koymuş. Bu durum, romancının konuyla ilgili okumalar yaptığını
gösteriyor. Kara Kitap'ta okuma listesi daha kabarıktı, hatırlıyorum.(Araştırmacı romancı). Anlatımda göze çarpan başka bir özellik de
Gözlemci bir anlatıcının (romancının)3. Tekil kişi kipiyle anlatımının yanında
belki de ondan daha öne çıkarak kahramanların ağzından 1.tekil kipiyle anlatımı
denemiş. Bu anlatım biçimini Pamuk ilk kez yapmıyor. Daha önce Benim Adım
Kırmızı’da denemişti bunu ve orada çok daha başarılı idi. Romanın içeriğiyle
uygun düşmüştü. Burada ise her bir kahramanın ifadeleri mahalle karakol
zabıtlarını andırıyor ki bir kültür romanı havası verilmeye çalışılan duruma
uygun düşmemiş. Ama ne olursa olsun özellikle romancının anlattığı bölümlerde
saklı bir ironi anlatıma hoş bir çeşni katıyor. Pamuk artık rahat yazıyor. Önceki romanlarında ilk cümlenin güzelliğine
önem verdiğini gözlemlediğim yazar, bu romanında bu güzelliği taşıma şerefine son cümleyi layık görmüş: “ ‘Ben bu
alemde en çok Rayiha’yı sevdim’ dedi .Mevlut kendi kendine.” Bu cümle bir ilk
cümle güzelliğinde geldi bana.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder