3 Aralık 2016 Cumartesi

KAFAMDA BİR TUHAFLIK / Orhan PAMUK "Yahu Bu Bizim Hayatımız"

ORHAN PAMUK’UN SON ROMANI KAFAMDA BİR TUHAFLIK : “BU BİZİM HAYATIMIZ”

Nobel ödüllü yazarımız Orhan Pamuk son romanı Kafamda Bir Tuhaflık’ta yaptığı buluşla, yazı işiyle uğraşanları yine kıskandırdı, heveslilerini adeta “bunu ben niye düşünemedim?” dedirtti. Nedir bu buluş? Tarım toplumundan sanayi toplumuna geçiş sürecinde düzensiz bir biçimde büyüyen ve değişen İstanbul’a, İstanbul üzerinden Anadolu’ya  bir bozacının gözünden, bir  seyyar satıcının üzerinden  bakmak. Bozacının işini sokakları gezerek yapması, işinin yanı sıra insanları ve eşyaları, binaları, sokakları gözlüyor olması daha işin başında olaya, konuya doğallık, tutarlılık, gerçeklik, canlılık ve orijinallik katıyor. Aynı kişi (bozacı) gezerek yapılan başka satıcılık işlerini de yapıyor: Yoğurt satıyor, dondurma satıyor, pilav satıyor. Bunların dışında durağan olarak yaptığı garsonluk ve büfe işletmeciği işleri geçici ve başarısız işler olarak göze çarpıyor. Elektrik ücreti tahsilatçılığı işinin ise ayağı yere basan bir iş olup olmadığı su götürür. Bütün bu işler içinde kahramanımız Mevlut’un sürekli uğraştığı işi: bozacılık. Bu iş üzerinde, bu işin seçimi üzerinde durmak lazım: Boza bir şehirli içeceği, şehir kültürünün ürünü, dolayısıyla boza işi ve bozacılığın kendine özgü bir ağırlığı, saygınlığı ve kültürü var. Şehri tanımak için iyi bir seçim. Boza imalatçılarının ve satıcılarının köyden kente göçen  köylüler olduklarını ve bozanın onlar tarafından yapıldığını bilmezdim. Fatih, Karagümrük, Eyüp gibi kökleşmiş eski semtlerde yapıldığını ve satıldığını düşünürdüm ama yazarın, bozanın ve bozacılığın tarihçesine ilişkin verdiği bilgiler bana doyurucu ve inandırıcı geldi. (s.34.)
Romanın başına ve sonuna yazar, kahramanların soy kütüklerini, karakter dizini ve kronoloji koymuş, bunu niçin yapmış? Her halde romanı okuyup da tartışacak grup üyelerine kolaylık olsun diye…
Konu: Kafamda Bir Tuhaflık’ta bence ana konu İstanbul’un çıplak gözle görünen değişimi. Yazar bunu şehircilik ve mimarlık çerçevesinde gösteriyor: yeni açılan yollar, gecekonduların kentsel dönüşümle yerlerini yüksek apartmanlara bırakması… Değişim sadece İstanbul’la mı sınırlı evet köylerde İstanbul’u büyütenlerin geldikleri köylerde öyle göze çarpan bir değişim yok, romanda yok.
İkinci konu: İstanbul’un  gecekondularına yerleşen köylülerin iş evlenmeye geldiğinde (İstanbul’da 2.nesil böyle başlıyor.)hâlâ köylerinden kız kaçırmaları. Burada Süleyman’ın pavyondan bir şarkıcıyla evlenmesi pek gerçekçi ve inandırıcı değil, öyle köyden ineceksin şehre pavyondan bir artistle evleneceksin yuva kuracaksın kolay iş değil, mafya olsan bir dereceye kadar ama sen bakkal Mehmet efendinin oğlu Süleyman, sana yedireceklerini sanmıyorum. Yazar, arka kapakta eseri için aşk romanı demiş ama bozacının aşkı bu kadar olur dedirtiyor adamın aşk mektuplarını bile başkası yazıyor, mektupların yazıldığı kişi bir başkası. Bunlar güzel ve tipik Orhan Pamuk oyunları, romana kendine özgü bir tat veriyor.
3.Konu: Değişim sürecindeki İstanbul’da kahramanlarımızın yaşadıkları 1969-2010 yılları arasındaki siyasi olaylar, siyasi fikirler, ideolojik, dini ve etnik sürtüşmeler gazete koleksiyonlarından aktarılırcasına ele alınmış : sağ-sol kavgaları, dinci-laik sürtüşmeleri, alevi-sünni, Türk-Kürt hatta Türk-Rum karşıtlıkları… Bunlar, “a evet” tam da böyleydi demeye yakın ve yatkın bir biçimde anlatılmış ancak bir motife itirazım var neredeyse erkek kahramanlarımızın tamamı içki müptelası, burada ayar biraz kaçmış gibi geldi bana. Ya da yazar şöyle demiş olabilir mi: ideolojisi, inancı ne olursa olsun alkol hepimizin damarlarımızdaki kana karışmıştır. Bir de Mevlut’un Çarşamba’daki tesadüfen boza satarken karşılaştığı şeyhe tam bağlanmayışı havada kalmış gibi geldi bana, bu dünyada zaten bahtsız yaşayan bir gariban öyle bir şeyh bulup da ona daha çok daha sıkı bağlanmaz mıydı, eteğine yapışmaz mıydı? Kahramanımız biraz istismarcı sanki bu şeyhle ilişkisinde.
Diğer Konular: Kitabın sonundaki kronolojide sayılan bir çok konu diğer konular arasında sayılabilir. 1971 ve 1980 siyasi darbeleri, boğazdaki koyun sürüleri, özelleşme, kürtaj yasağındaki değişiklikler, öğrenci olayları, 2001 İkiz Kule Saldırısı, Pekin öğrenci olayları, Sovyetlerin yıkılışı, irili ufaklı dış olaylar…
Zeki Müren’in ölümü ve Boğaz yangınları neden es geçilmiş, anlayamadım.
Kişiler ve Karakterler: Boza satıcısı Mevlut öne çıkarılmasına karşılık bu romanın bir karakter romanı olduğunu düşünmüyorum, bu bir şehir romanı, sosyal değişim romanı. Romanda çok kişi ele alınmış Mevlut da dahil olmak üzere bu kişileri biz unutacağız çünkü onların hiçbiri kalın çizgilerle işlenmemiş. Karakterden çok tip olarak aklımızda kalacaklar: Alevi Kürt Ferhat, Mafyavari yöntemlerle yer tutan Hacı Hamit, birinci kuşak iç göçmenler Boynueğri Abdurrahman ve Mevlut’un babası Mustafa Karataş ve Hasan Aktaş kardeşler, Gecekondu delikanlıları, gelinleri, kızları ve diğerleri bir zümreyi temsil etmeleriyle romanda yer alıyorlar. Bunlar, kişilikleriyle, iç dünyalarıyla işlenmiyor, romanın konusuna ve olayların geçtiği mekanlara bağlılıklarıyla görünüyorlar, onun için de onlar adlarıyla değil, ilişkili oldukları olaylar ve yerler kalacak okuyucunun aklında.
Kahramanların gerçeklikle ilişkisine gelince, denebilir  ki romanda belirtilen kronolojik zamanda yaşayan her İstanbullu ucundan kenarından kendini romanın kişilerinden biriyle özdeşleştirebilir, yahu bu bizim hayatımız diyebilir.
Yer, Çevre, Mekan: Kafamda Bir Tuhaflık bir mekan romanı, çevre romanı, şehir romanı, İstanbul romanı. Gültepe, Kuştepe, hayali olduğu belli olan Kültepe gibi semtlerin dımdızlak halleriyle bazı uyanık kabadayılar tarafından nasıl işgal edilip kente gelen gariban köylülere nasıl pazarlandığını, buralara alelacele ve plansız bir şekilde derme çatma evler yapıldığını, belediyelerin ve hükümetlerin bu gecekondu semtlerine sonradan yol, su, elektrik, otobüs götürmek zorunda kaldığını çok çarpıcı bir biçimde anlatıyor yazar. İstanbul’un kuş uçmaz kervan geçmez tepelerine Anadolu’dan gelenlerin doluşmasıyla şehrin merkezinin de yeni yollara, yeni ulaşım ünitelerine ve araçlarına ihtiyaç duyulduğunu Tarlabaşı’nda yolların genişletilmesi örneğinde olduğu gibi gözler önüne seriyor.   İstanbul ne kadar büyürse büyüsün merkezinin değişmediğini Beyoğlu’nun eğlence merkezi olarak Fatih’in de inanç ve kültür merkezi olarak ezelden geldiklerini gelecek yüzyıllara da böyle merkezler olmalarını sürdürecekleri inancını veriyor.

Dil ve Anlatım, Üslup, Biçem: Roman, her biri belirtilen tarihleri kapsayan zamanları anlatan 7 kısım ve her birinin ayrı ayrı iki başlığı bulunan   57 bölümden oluşuyor.  Bir de Pamuk, kısım başlarına Eski kitaplarından, eski kitaplardan, halk deyişlerinden, Rousseau’dan, Şinasi’den, Lermontov’dan, Stendhal’den , İbn –i Zerhani’den, Baudelaire’den ve birkaç kişiden daha alıntılar koymuş. Bu durum, romancının konuyla ilgili okumalar yaptığını gösteriyor. Kara Kitap'ta okuma listesi daha kabarıktı, hatırlıyorum.(Araştırmacı romancı). Anlatımda göze çarpan başka bir özellik de Gözlemci bir anlatıcının (romancının)3. Tekil kişi kipiyle anlatımının yanında belki de ondan daha öne çıkarak kahramanların ağzından 1.tekil kipiyle anlatımı denemiş. Bu anlatım biçimini Pamuk ilk kez yapmıyor. Daha önce Benim Adım Kırmızı’da denemişti bunu ve orada çok daha başarılı idi. Romanın içeriğiyle uygun düşmüştü. Burada ise her bir kahramanın ifadeleri mahalle karakol zabıtlarını andırıyor ki bir kültür romanı havası verilmeye çalışılan duruma uygun düşmemiş. Ama ne olursa olsun özellikle romancının anlattığı bölümlerde saklı bir ironi anlatıma hoş bir çeşni katıyor. Pamuk artık rahat yazıyor.  Önceki romanlarında ilk cümlenin güzelliğine önem verdiğini gözlemlediğim yazar, bu romanında bu güzelliği taşıma şerefine son cümleyi layık görmüş: “ ‘Ben bu alemde en çok Rayiha’yı sevdim’ dedi .Mevlut kendi kendine.” Bu cümle bir ilk cümle güzelliğinde geldi bana.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder