3 Aralık 2016 Cumartesi

ÇAMLICA'DAKİ ENİŞTEMİZ / ABDÜLHAK ŞİNASİ HİSAR


Çamlıca’daki Eniştemiz, bir geçmiş zaman kitabı. 1942 yılında, cumhuriyet döneminde yazılmış olsa da, meşrutiyet dönemini anlatan bir kitap. Şimdi bu tatsız cümle hiç davetkar olmadı. Tekrar: Çamlıca’daki Eniştemiz, beni üslubu, fikirleri, sahneleri ile beklenmedik ölçüde şaşırtsa da asıl süprizini, 223 sayfa boyunca bir kişiyi anlatması nedeniyle yaptı. Sayfa sayfa, bölüm bölüm, meşrutiyet döneminde yaşamış Hacı Vamık Bey’i tanıyoruz. Yazarın eniştesi, Hacı Vamık Bey, deli. Ancak bildiğimiz delilerden de değil pek. Peki bir deliyi en iyi kim anlar? Elbette bir çocuk anlar. Bu nedenle yazar, kendi çocukluğunun dünyasındaki deli eniştesini, olgunlaştıktan sonra hatırlıyor. Kitabın baş sayfalarında yazarın deliliğe övgü diyebileceğimiz hoş sözleri var:

“Böyle delişmenlerle muarefenin büyük bir faydası vardır: onlar, insanlar hakkında daha doğru fikir edinmemize yararlar ve cemiyet içinde emeklerimizi senelerle boş yere kemirecek ve yolumuzu nafile yere senelerle uzatacak yanlışlardan sakınmamıza hizmet ederler. Filhakika insanlar yalnız akıllarıyla yaşamadıkları gibi ‘aklıselim’ denilen şey de umumi değil, gayet nispidir. Fakat bütün bu hakikatlerden gaflet ederek zavallı insanların birbirlerini, herkesin herkesi ve cemiyeti olduğundan fazla makul ve mantıki bulmağa insiyaki bir meyli ve tehlikeli bir alışkanlığı vardır. Böylece bize kalsa, yanlış olarak, kendimizin büsbütün makul bir alemde yaşadığımızı sanırız. Fertler ve milletlerin bu yanlış yüzünden birçok zararlar gördükleri muhakkaktır. Halbuki deliler bizi bu gafletimizden kurtararak hakikati bize olduğu gibi gösterirler. İnsan bir deliyle konuşurken, daha çeyrek saat geçmeden, gözleri açılır ve aklı başına gelir, belki uzun zamanlarda öğrenemeyeceği şeylere akıl erdirir. Başkalarının müfekkirelerine tesir etmek için samimiyetin kafi gelmediğini, insanların bir kısmının bizim ruhumuzla hiçbir alakaları olmadığını ve birçok şeylerin bu bakımdan ne güç olduğunu anlarız. Deliler insanın hususiliğini, muhakemesizliğini ve her fikrin nispiliğini, ayrılığını gözle görülür ve elle tutulur şekilde temsil etmekte bize büyük bir kolaylık ve istifade temin etmiş olurlar. Bu, insanlar hakkında birçok düşünceler ve tecrübeler ve birçok felaketlerle edindiğimiz malumatın kıymetine ve birçok kitaplarla felsefelerin ve mezheplerin tetkikine değer. Onlarla görüşünce artık mücerret olarak insanların aklına, mantığına, muhakemesine itimat etmek gibi hiç caiz olmayan hafifmeşrepliklerden kurtuluruz. Artık insanların talihlerini kendilerinin yaptıkları hakkında kanaatimiz kuvvetlenir. Sağırların yanında her zaman söylemeyi adet edindiğimiz sözlerin lüzumsuzluğunu duyduğumuz ve söylenmeye değer sözlerin azlığını idrak ettiğimiz gibi, delilerin yanında da nice muhakemelerden vazgeçmek ve kabul edilmesi başka bir şuura ihtiyaç gösterecek şeyleri söylememek lüzumunu anlar ve uslanırız.”

s.9-10


Kitaptan kısa kısa alıntılar yapayım dedim ama, asıl isteğim, bu kitabı, Türk edebiyat tarihine daha yakından bakmak, klişe olacak ama evet, ona sahip çıkmak, benimsemek ve böyle müthiş lezzetli eserlerimiz olduğu için gurur duyup biraz heyecanlanmak için eğer okumadıysanız alıp okumanız. Yapı Kredi Yayınları, Abdulhak Şinasi Hisar’ın bütün eserlerini yayınlamış. Çamlıca’daki Eniştemiz’in roman olduğu yazılmış ama pek de roman değil sanki, roman malzemesi. Bölüm bölüm bir karakterin işlenişi. Bir zamanda ve coğrafyada bir karakter, sayfa sayfa gözünüzde beliriyor. Kitapta en çok hoşum giden bölüm, “Deli Eniştem bana Arabistan’ı veriyor”. Arapça, Osmanlıca sözcükler var yer yer ama çok şiirsel onlar da. Güzelim Çamlıca’nın çiçek kokulu delişmen rüzgarı bana artık Hacı Vamık Efendi’yi ve tuhaf yazarımız Abdülhak Şinasi Hisar’ı hatırlatacak.

Evet evet , yazarımızı biraz tuhaf yönleri var. Abdulhak Şinasi Hisar, ömrü boyunca hiç meyve yememiş. İnsanı hastalandıran mikropların, meyveden geldiğine inanırmış. Hatta meyve görünce başını çevirirmiş. Gerçekten de Çamlıca’daki eniştemiz kitabında iki yemek bölümü olmasına rağmen meyvenin hiç bahsi geçmiyor.

Hiç evlenmemiş. Kadınlara yakınlık duymamış, onlarla ilgilenmemiş. Onları biraz küçümser, akıllarını kıt bulurmuş.

İlk kitabını elli yaşından sonra yayınlamış ki bu, ellisinden sonra hayatımızın en güzel başlangıçlarını yapabileceğimize ilişkin hoş bir bilgi.

Gençliğinde, geçmiş hakkında olumsuz görüşleri varmış ve hafife alırmış geçmişi. Ancak Paris’e eğitim için gidip döndükten sonra geçmişe ilgi duymaya başlamış ve hatta “Bir millete yapılabilecek en sinsi ve en şeytani hücum, onun vicdanından mazisini almak, hafızasından mazisini yok etmektir," bile demiş. Proust’tan müthiş etkilenmesinin de bunda payı büyüktür belki.

Çok uyumsuz, huysuzmuş. Halkın içine karışmazmış. Paris’te eğitim görmüş, Tevfik Fikret’ten Türkçe dersleri almış. Türkiye’ye dönüşünde önemli görevlerde bulunmuş çok değerli eserler vermiş ama cenazesi parasızlığı yüzünden belediye tarafından kaldırılmış.


Kitapları:
Fahim Bey ve Biz (bizde yok. Almak lazım en kısa sürede)
Çamlıca'daki Eniştemiz
Ali Nizami Bey'in Alafrangalığı ve Şeyhliği
Boğaziçi Mehtapları
Boğaziçi Yalıları
Geçmiş Zaman Köşkleri
İstanbul ve Pierre Loti
Ahmet Haşim, Şiiri ve HayatıGeçmiş Zaman Fıkraları

2 yorum:

  1. Sevgili hocam, merhaba...
    Tavsiyeniz doğrultusunda tanışmıştım bizim "deli enişteyle". Uçtu diye sinirle söylenirken kelimelerin ağzından uştuuu diye çıktığını
    betimler Şinasi Hisar, bu gerçekten de yazarın deli enişteyi karşımıza kanlı canlı çıkardığı anlardan yalnızca biridir. Yaşasın bir çok "akıllı" gibi yapay mütevaziliği tercih etmeyerek gerçek ukalılığı tercih eden bu "deli", hala her okuyuşumda beni aklımdan utandırır...

    YanıtlaSil
  2. yazarın belirttiğiniz gibi prousta özenmesinin sonucu cihangirde bulunan evinden dışarı hiç çıkmayarak yalnızlık içinde ölümü tıpkı proust gibi beklediği ve bu şekilde son günlerini geçirdiği söylenir... 😊

    YanıtlaSil