23 Şubat 2017 Perşembe

OKYANUS KOKUSU VE ANGOLİ MALA / LE CLEZİO

2008 Nobel Edebiyat Ödülü verilen Jean – Marie Gustave Le Clézio’yu okumaya, iki ayrı kısa romanının, Okyanus Kokusu ve Angoli Mala’nın toplandığı kitapla başlıyoruz.
 Kitabın başında verilen bilgiye göre Le Clézio, 1940’da Nice’te doğmuş. Babası, Hint Okyanusu’nda Afrika kıtasına yakın bir ada ülkesi olan Mauritus’lu bir doktor, annesi Fransız. Çocukluğu kıtalar arası deniz yolculuklarıyla geçmiş. İlk romanı Tutanak ve sonra yazdığı birçok romanı ödüle layık görülmüş. Başlarda, deneysel  edebiyata yönelmiş, Yeni Roman akımını izlemiş ancak daha sonra daha geniş okur kitlesine ulaşmayı amaçlamış, popülerliğe kaçmış. Fransızca yazan en büyük yazar olarak ünlenmiş. Kitabın internette satışını yapan bir sitede yayımlanan tanıtım yazısında, yazardan şu ifade alıntılanmış:
“Okuyacağınız iki kısa roman, ya da iki uzun öykünün arasında on beş yıllık bir süre var. Bana öyle geldi ki, ikisi de aynı şeyi, doğa sevgisini ve kötülüğü anlatıyor. Ama sıra ikisini bir araya getirmeye gelince, hangisinin öbürünün aynası olduğunu çözemedim..."
- Le Clezio-
Gerçekten de iki metin arasındaki anlatım farkından iki anlatının yazılışları arasında uzun zaman aralığı olduğu anlaşılıyor. Okyanus Kokusu, yalın, yavan anlatım seyri izlerken Angoli Mala destansı bir lezzet bırakıyor okuyucunun dimağında ve ustalık kokuyor her satırında. Konuları ve temalarının özdeşliği nedeniyle birbirlerinin aynası oldukları görüşüne gelince iki romancığı ben, aynı caddede karşılıklı duran ve camlarından birbirlerini yansıtan ve aynı cins ürünlerle dolu vitrinlere benzettim; Okyanus Kokusu daha geniş cepheli bir vitrin ama camı eski, ışıltısız, mat ve loş duruyor, içindeki mallar ise eski model. Angoli Mala ise o geniş vitrinin camında küçük hacmi, görkemli diliyle ve son model göz alıcı ürünleriyle  parıl parıl parlıyor. Yazar, metinlerin sonuna yazılış tarihlerini iliştirmiş: Okyanus Kokusu 1999, Angoli Mala 1985. Bu beni hayrete düşürdü. Tarih belirtilmemiş olsaydı Angoli Mala’nın daha sonra yazıldığına bire on iddiaya girerdim.
İki öykünün de olay örgüsü aklımda kaldığı kadarıyla şöyle:
Okyanus Kokusu
Babasının evi terk ettiği Nesime, ergenliğe adım atarken baba özlemiyle veya özentiyle izlediği Azzar adlı gemiye gizlice binip, saklanıyor. Azzar ise ünlü sinemacı kimliğiyle dünyanın en zengin adamlarından biri olan ama o da Nesime’nin babası gibi karısını ve Nesime ile aynı yaşta kızını terk eden Moguer’in şehirden, şöhretten, insanlardan kaçmak için yaptırdığı özel yatı. Moguer; Azzar ile yalnız ve suskun yaşamaya alışmış gemici Andriamena yönetiminde Fransa’nın güneyinden kalkıp Atlas Okyanus’una açılıyor.
Yazar, eseri bir başlık koyduğu bölümlere, o bölümleri de başlıksız sahnelere ayırmış. Bölüm adları şöyle: Azzar, Nesime, Moguer, Nesime erkek çocuk kılığında Azzar’a nasıl girdi ve sonra neler oldu?, Okyanus, Nargana’da Fırtına, Tropiklerde bir karakol, Deniz Kazası, Fréjus’de bir mevsim, Birkaç konuşma kırıntısı, Medellin Gecesi, Yargılama.
Bölüm başlıkları olay zinciri hakkında az çok ip uçları veriyor ama örgüyü tamamlamaya kaldığımız yerden devam edelim: Okyanus, Azzar’daki yetişkinler, Moguer ve Andriamena için geniş bir özgürlük alanı, yolculuk ise kaçış; Nesime için ise okyanus yolculuğu belirsizlik ve yeni bir heyecan. Ama okuyucu için sıkıntılı, ağır ilerleyen bir süreç. Bitse de şu yolculuk ne olacaksa olsa dedirtiyor insana, sayfalar ilerlemiyor, okyanusta rüzgarsız kalmış yelkenli gibi. On bir gün mü on iki gece mi geçti nihayet kara göründü. Selvage Adaları’nda Tenerif kentinde üç gün kaldılar, Nesime’den kaçak olduğu için gemide kalması istendi ama o kaçıp kentin müzesini gezdi, bir tepeye çıkıp annesini düşündü. 
“Azzar, kıçında dalgalanan Mayorka bandırası ile alizelerin önünde denizleri dolaşıyordu. Moguer özgürdü. Ne zorunluluklar ne randevular ne de uyulması gerekli kurallar vardı.” S.90
Panama kıyılarında klavuzluk yapmak için Nesime ile aynı yaşta bir genç, Ifigenio gemide işe alınıyor. Bir de boa yılanı aldılar. Yılan, bizdeki olumsuz anlamının aksine Batı kültüründe güçlü olmanın imgesi, olumlu bir imge. Nargana adasında yerli çocukların elinde gördüğü “Bezden bir torbada sivri burunlu, ellerinde bıçak gibi ikişer tırnağı olan koyu renkli, garip bir hayvan”ı da satın aldılar. Yerlilerin dilinde, gök gürültüsü anlamında“Trueno” denen bu hayvan, gök gürültüsünü duyunca kapalı bir kutuda olsa bile kaçıyormuş. Azzar Nargana adasında fırtınaya yakalandı, yerli bir çocuk fırtınada öldü.Nesime de hasta oldu. Gökgürültüsü kaçamamıştı.  Nesime, başka bir gemiye bindirildi, doktorlara muayene oldu. Sorgusunda annesine teslim edilmesini istemedi, rahibe okuluna gitti. Rahibe okulunda bir kız kaçırma olayında okulun köpeği İgor ateşli silahla öldürülüyor. Bu arada, Moguer’in yönetiminde Azzar bir deniz kazasında kullanılmaz hale geliyor. Moguer, borçlarını ödeyemiyor ve hasarlı gemi satılıyor. Nesime ile Moguer’in yıllar sonra yolları kesişiyor. Moguer artık yaşlı bir hasta adam, Nesime ise rahibe değil hemşiredir, annesinin mesleğine dönüş yapmıştır ama yaşlı dostuna İncil’den pasajlar okumaktadır. Ama Moguer’in  tepkisi: “Bu kitap korkunç şeylerle, dehşet verici şeylerle dolu.” S.156
Nesime hemşire olmaktan da vazgeçip Hukuk Fakültesi’ne yazıldı. Bu baş döndürücü değişiklikler  romana bir hareket kazandırmıyor. Gemi ile sahibi Moguer özdeşleştirilmiş, bir kaza ile hurdaya çıkıp batırılınca Maguer de hastalanıp ölüyor. Nesime, sevgilisi Şerif’i düşünüyor, “bir an önce elini onun elinin içine bırakmak ve geriye dönüp bakmadan gitmek istiyor. Artık açığa doğru bile bakmıyor, zaten deniz şimdi daha düz ve sakin; bir ten gibi her şeyi örtüyor.”s.198
Çok mantıklı örülen olay örgüsünden de anlaşıldığı gibi, metinde yalnızlık, şehir hayatından doğaya kaçış, özgürlük, dostluk, vefa temaları işlenmiş, anlatım ise deniz suyu gibi durgun, yazarın ölümlü olayları örgüye sokma çabası dalgalanmaya yeterli olmamış, çünkü dil ve anlatım sıradan. Başarılı bulduğum yönü ise hemen bütün kişilerinin özellikleri aynı, şehirden kaçan kişiler, kalabalıklardan yalnızlığa kapı aralayanlar… Yazar en çok da kendisini anlatmış, otobiyografik motifler taşıyan roman, gerçeğin kurguya dönüştürülmesinin zorluklarını yansıtıyor.
Angoli Mala
“Milattan önce V. Yüzyılda Hindistan’da Angoli Mala adında sıradan bir adamın delirdiği, ormanların derinliklerine çekilip vahşi bir hayvan gibi yaşadığı, kendisini yakalamaya çalışan herkesi öldürdüğü anlatılır. O zaman Sakya Kabilesi’nin şefinin oğlu olan ve henüz Buda, Ermiş lakabıyla ün yapmamış genç bir adam tek başına ormana girmiş ve en küçük bir korku duymadan bu vahşi adamla konuşup onun deliliğini iyileştirmişti.
Yaklaşık iki bin beş yüz yıl sonra, Darién ormanlarında benim de kısmen tanık olduğum benzer bir olay yaşandı. Bu nedenle bu öyküye, Buda’nın kurtardığı adamın anısına, Angoli Mala adını verdim.”
Le Clézio’nun 66 sayfalık kısa romanının başına koyduğu yukarıdaki metin olayı özetliyor. Yazarın tanık olduğunu söylediği olayın kahramanı lakabı Bravito olan John Gimson. Brovito lakabını doğduğunda ailesi koymuş, sert bakışlı olduğu için.
Annesini ve babasını küçük yaşta kaybeden Gimson, bir rahibin yanında Panama’ya, ata yurduna dönüyor. Amcasının evini buluyor, Nina adlı bir kızla karşılaşıyor. Yerlilerin ne zorluklarla yaşadıkları, uyuşturucu işi ve mafia…Kısaca bu kısa öyküde aşk, macera, ihanet, sadakat, hüzün, dövüş, kavga… birbiriyle çelişik bir sürü duygu ve eylem var. Bravito, yanlarında çalıştığı bir kaçakçı çetesinin kendisini öldüreceğini anlayınca ormana sığınır ve doğayla bütünleşir. O artık, siespiem, orman insanıdır ve kaçakçılar için de kaçakçılar ile işbirliği yapan polis şefleri için de tehlikeli görülmektedir. İki kişinin katili olarak aranmaktadır. Ama, nasıl yakalanacaktır? Polis şefi, yalnız başına ormana gider, tuzağını kurar ve öldürtür, Bravito’yu. Bizde, Manisa Tarzanı'nın, Eşkıya Hamidonun, Ergüder Yoldaş'ın yaşamlarını anımsatan iç burkucu bir hikaye Bravito’nun yaşamı. Bir "Yabani Hindi" motifi var bu öyküyü masal yapan, efsane yapan. 
Tema bakımından, Okyanus Kokusuna benziyor, insanlardan kaçış, özgürlük, yalnızlık …vd. Angoli Mala’da orman var okyanus yerine. Anlatım ise bu metinde şiirsel. Birçok imge, konuyu anlatmıyor, içiriyor adeta. Angoli Mala bu kitapta yer almasa Okyanus Kokusu belki değerlendirmeye bile değmez bir metin olurdu. Angoli Mala’nın yüksek sanatlı, sürükleyici anlatımı, Okyanus Kokusu’nun da değerini arttırıyor. Bizim Halk edebiyatında, öyle hemen saz çalıp dörtlük söylemekle halk ozanı olunmaz. Aşığın, halk ozanı olması için bir halk hikâyesini farklı ve özgün üslubuyla anlatması ve beğendirmesi gerekir. Bu sınavı geçenlere musannif denir. İşte Le Clézio da bu hikâyesindeki anlatımıyla musanniflik sınavını başarıyla vermiş oluyor, ozan oluyor.
Altını çizdiğim cümleler: "Yerli toplulukları saf değiştirenleri sevmez." s.203
"Felaket geceyle gelir." s.237
"Su, uçsuz bucaksız ve gecenin söndürdüğü bir ayna kadar güzeldi." s.240






Hiç yorum yok:

Yorum Gönder