2008
Nobel Edebiyat Ödülü verilen Jean – Marie Gustave Le Clézio’yu okumaya, iki
ayrı kısa romanının, Okyanus Kokusu ve Angoli Mala’nın toplandığı kitapla
başlıyoruz.
Kitabın başında verilen bilgiye göre Le Clézio,
1940’da Nice’te doğmuş. Babası, Hint Okyanusu’nda Afrika kıtasına yakın bir ada
ülkesi olan Mauritus’lu bir doktor, annesi Fransız. Çocukluğu kıtalar arası
deniz yolculuklarıyla geçmiş. İlk romanı Tutanak ve sonra yazdığı birçok romanı
ödüle layık görülmüş. Başlarda, deneysel
edebiyata yönelmiş, Yeni Roman akımını izlemiş ancak daha sonra daha
geniş okur kitlesine ulaşmayı amaçlamış, popülerliğe kaçmış. Fransızca yazan en
büyük yazar olarak ünlenmiş. Kitabın internette satışını yapan bir sitede
yayımlanan tanıtım yazısında, yazardan şu ifade alıntılanmış:
“Okuyacağınız
iki kısa roman, ya da iki uzun öykünün arasında on beş yıllık bir süre var.
Bana öyle geldi ki, ikisi de aynı şeyi, doğa sevgisini ve kötülüğü anlatıyor.
Ama sıra ikisini bir araya getirmeye gelince, hangisinin öbürünün aynası
olduğunu çözemedim..."
- Le Clezio-
- Le Clezio-
Gerçekten de iki metin arasındaki anlatım farkından
iki anlatının yazılışları arasında uzun zaman aralığı olduğu anlaşılıyor. Okyanus Kokusu, yalın,
yavan anlatım seyri izlerken Angoli Mala destansı bir lezzet bırakıyor
okuyucunun dimağında ve ustalık kokuyor her satırında. Konuları ve temalarının
özdeşliği nedeniyle birbirlerinin aynası oldukları görüşüne gelince iki
romancığı ben, aynı caddede karşılıklı duran ve camlarından birbirlerini
yansıtan ve aynı cins ürünlerle dolu vitrinlere benzettim; Okyanus Kokusu daha
geniş cepheli bir vitrin ama camı eski, ışıltısız, mat ve loş duruyor, içindeki
mallar ise eski model. Angoli Mala ise o geniş vitrinin camında küçük hacmi,
görkemli diliyle ve son model göz alıcı ürünleriyle parıl parıl parlıyor. Yazar, metinlerin sonuna
yazılış tarihlerini iliştirmiş: Okyanus Kokusu 1999, Angoli Mala 1985. Bu beni
hayrete düşürdü. Tarih belirtilmemiş olsaydı Angoli Mala’nın daha sonra
yazıldığına bire on iddiaya girerdim.
İki öykünün de olay örgüsü aklımda kaldığı
kadarıyla şöyle:
Okyanus
Kokusu
Babasının evi terk ettiği Nesime, ergenliğe adım
atarken baba özlemiyle veya özentiyle izlediği Azzar adlı gemiye gizlice binip,
saklanıyor. Azzar ise ünlü sinemacı kimliğiyle dünyanın en zengin adamlarından
biri olan ama o da Nesime’nin babası gibi karısını ve Nesime ile aynı yaşta
kızını terk eden Moguer’in şehirden, şöhretten, insanlardan kaçmak için yaptırdığı
özel yatı. Moguer; Azzar ile yalnız ve suskun yaşamaya alışmış gemici
Andriamena yönetiminde Fransa’nın güneyinden kalkıp Atlas Okyanus’una açılıyor.
Yazar, eseri bir başlık koyduğu bölümlere, o
bölümleri de başlıksız sahnelere ayırmış. Bölüm adları şöyle: Azzar, Nesime,
Moguer, Nesime erkek çocuk kılığında Azzar’a nasıl girdi ve sonra neler oldu?,
Okyanus, Nargana’da Fırtına, Tropiklerde bir karakol, Deniz Kazası, Fréjus’de
bir mevsim, Birkaç konuşma kırıntısı, Medellin Gecesi, Yargılama.
Bölüm başlıkları olay zinciri hakkında az çok ip
uçları veriyor ama örgüyü tamamlamaya kaldığımız yerden devam edelim: Okyanus,
Azzar’daki yetişkinler, Moguer ve Andriamena için geniş bir özgürlük alanı,
yolculuk ise kaçış; Nesime için ise okyanus yolculuğu belirsizlik ve yeni bir
heyecan. Ama okuyucu için sıkıntılı, ağır ilerleyen bir süreç. Bitse de şu
yolculuk ne olacaksa olsa dedirtiyor insana, sayfalar ilerlemiyor, okyanusta
rüzgarsız kalmış yelkenli gibi. On bir gün mü on iki gece mi geçti nihayet kara
göründü. Selvage Adaları’nda Tenerif kentinde üç gün kaldılar, Nesime’den kaçak
olduğu için gemide kalması istendi ama o kaçıp kentin müzesini gezdi, bir
tepeye çıkıp annesini düşündü.
“Azzar,
kıçında dalgalanan Mayorka bandırası ile alizelerin önünde denizleri
dolaşıyordu. Moguer özgürdü. Ne zorunluluklar ne randevular ne de uyulması
gerekli kurallar vardı.” S.90
Panama kıyılarında klavuzluk yapmak için Nesime
ile aynı yaşta bir genç, Ifigenio gemide işe alınıyor. Bir de boa yılanı
aldılar. Yılan, bizdeki olumsuz anlamının aksine Batı kültüründe güçlü olmanın
imgesi, olumlu bir imge. Nargana adasında yerli çocukların elinde gördüğü
“Bezden bir torbada sivri burunlu, ellerinde bıçak gibi ikişer tırnağı olan
koyu renkli, garip bir hayvan”ı da satın aldılar. Yerlilerin dilinde, gök
gürültüsü anlamında“Trueno” denen bu hayvan, gök gürültüsünü duyunca kapalı bir
kutuda olsa bile kaçıyormuş. Azzar Nargana adasında fırtınaya yakalandı, yerli
bir çocuk fırtınada öldü.Nesime de hasta oldu. Gökgürültüsü kaçamamıştı. Nesime, başka bir gemiye bindirildi,
doktorlara muayene oldu. Sorgusunda annesine teslim edilmesini istemedi, rahibe
okuluna gitti. Rahibe okulunda bir kız kaçırma olayında okulun köpeği İgor
ateşli silahla öldürülüyor. Bu arada, Moguer’in yönetiminde Azzar bir deniz
kazasında kullanılmaz hale geliyor. Moguer, borçlarını ödeyemiyor ve hasarlı
gemi satılıyor. Nesime ile Moguer’in yıllar sonra yolları kesişiyor. Moguer
artık yaşlı bir hasta adam, Nesime ise rahibe değil hemşiredir, annesinin
mesleğine dönüş yapmıştır ama yaşlı dostuna İncil’den pasajlar okumaktadır. Ama
Moguer’in tepkisi: “Bu kitap korkunç şeylerle, dehşet verici şeylerle dolu.” S.156
Nesime hemşire olmaktan da vazgeçip Hukuk
Fakültesi’ne yazıldı. Bu baş döndürücü değişiklikler romana bir hareket kazandırmıyor. Gemi ile
sahibi Moguer özdeşleştirilmiş, bir kaza ile hurdaya çıkıp batırılınca Maguer
de hastalanıp ölüyor. Nesime, sevgilisi Şerif’i düşünüyor, “bir an önce elini onun elinin içine bırakmak ve geriye dönüp bakmadan
gitmek istiyor. Artık açığa doğru bile bakmıyor, zaten deniz şimdi daha düz ve
sakin; bir ten gibi her şeyi örtüyor.”s.198
Çok mantıklı örülen olay örgüsünden de
anlaşıldığı gibi, metinde yalnızlık, şehir hayatından doğaya kaçış, özgürlük,
dostluk, vefa temaları işlenmiş, anlatım ise deniz suyu gibi durgun, yazarın ölümlü
olayları örgüye sokma çabası dalgalanmaya yeterli olmamış, çünkü dil ve anlatım
sıradan. Başarılı bulduğum yönü ise hemen bütün kişilerinin özellikleri aynı,
şehirden kaçan kişiler, kalabalıklardan yalnızlığa kapı aralayanlar… Yazar en
çok da kendisini anlatmış, otobiyografik motifler taşıyan roman, gerçeğin
kurguya dönüştürülmesinin zorluklarını yansıtıyor.
Angoli
Mala
“Milattan
önce V. Yüzyılda Hindistan’da Angoli Mala adında sıradan bir adamın delirdiği,
ormanların derinliklerine çekilip vahşi bir hayvan gibi yaşadığı, kendisini
yakalamaya çalışan herkesi öldürdüğü anlatılır. O zaman Sakya Kabilesi’nin
şefinin oğlu olan ve henüz Buda, Ermiş lakabıyla ün yapmamış genç bir adam tek
başına ormana girmiş ve en küçük bir korku duymadan bu vahşi adamla konuşup
onun deliliğini iyileştirmişti.
Yaklaşık
iki bin beş yüz yıl sonra, Darién ormanlarında benim de kısmen tanık olduğum
benzer bir olay yaşandı. Bu nedenle bu öyküye, Buda’nın kurtardığı adamın
anısına, Angoli Mala adını verdim.”
Le Clézio’nun 66 sayfalık kısa romanının başına
koyduğu yukarıdaki metin olayı özetliyor. Yazarın tanık olduğunu söylediği
olayın kahramanı lakabı Bravito olan John Gimson. Brovito lakabını doğduğunda ailesi koymuş, sert
bakışlı olduğu için.
Annesini ve babasını küçük yaşta kaybeden Gimson,
bir rahibin yanında Panama’ya, ata yurduna dönüyor. Amcasının evini buluyor, Nina
adlı bir kızla karşılaşıyor. Yerlilerin ne zorluklarla yaşadıkları, uyuşturucu
işi ve mafia…Kısaca bu kısa öyküde aşk, macera, ihanet, sadakat, hüzün, dövüş,
kavga… birbiriyle çelişik bir sürü duygu ve eylem var. Bravito, yanlarında
çalıştığı bir kaçakçı çetesinin kendisini öldüreceğini anlayınca ormana sığınır
ve doğayla bütünleşir. O artık, siespiem, orman insanıdır ve kaçakçılar için de
kaçakçılar ile işbirliği yapan polis şefleri için de tehlikeli görülmektedir. İki kişinin katili olarak aranmaktadır. Ama, nasıl yakalanacaktır? Polis şefi, yalnız başına ormana gider, tuzağını
kurar ve öldürtür, Bravito’yu. Bizde, Manisa Tarzanı'nın, Eşkıya Hamidonun, Ergüder
Yoldaş'ın yaşamlarını anımsatan iç burkucu bir hikaye Bravito’nun yaşamı. Bir "Yabani Hindi" motifi var bu öyküyü masal yapan, efsane yapan.
Tema bakımından, Okyanus Kokusuna benziyor,
insanlardan kaçış, özgürlük, yalnızlık …vd. Angoli Mala’da orman var okyanus
yerine. Anlatım ise bu metinde şiirsel. Birçok imge, konuyu anlatmıyor,
içiriyor adeta. Angoli Mala bu kitapta yer almasa Okyanus Kokusu belki
değerlendirmeye bile değmez bir metin olurdu. Angoli Mala’nın yüksek sanatlı,
sürükleyici anlatımı, Okyanus Kokusu’nun da değerini arttırıyor. Bizim Halk
edebiyatında, öyle hemen saz çalıp dörtlük söylemekle halk ozanı olunmaz. Aşığın,
halk ozanı olması için bir halk hikâyesini farklı ve özgün üslubuyla anlatması
ve beğendirmesi gerekir. Bu sınavı geçenlere musannif denir. İşte Le Clézio da
bu hikâyesindeki anlatımıyla musanniflik sınavını başarıyla vermiş oluyor, ozan
oluyor.
Altını çizdiğim cümleler: "Yerli toplulukları saf değiştirenleri sevmez." s.203
"Felaket geceyle gelir." s.237
"Su, uçsuz bucaksız ve gecenin söndürdüğü bir ayna kadar güzeldi." s.240
Altını çizdiğim cümleler: "Yerli toplulukları saf değiştirenleri sevmez." s.203
"Felaket geceyle gelir." s.237
"Su, uçsuz bucaksız ve gecenin söndürdüğü bir ayna kadar güzeldi." s.240
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder